30 Nisan 2010 Cuma

En Karizmatik 10 Oyun Karakteri

10. Alex Mercer: Penn Station’dan New York’a doğru hareket eden Blacklight virüsü tüm şehri tehdit altına almıştır. Çevredeki insanlar mutantlaşmaya başlarken şehir kaos ortamına doğru sürüklenmektedir. Gentek firmasında çalışan kahramanımız Alex de o virüsün kurbanlarından biridir ve salgın sırasında virüse karşı önlem amaçlı kurulmuş Blacklight’ın ajanları tarafından vurularak öldürülmüştür. Araştırma için cesedi morga götürülen Alex yanı başındaki iki bilim adamının neşter operasyonuna ramak kala virüsün etkisiyle canlanır. Ayağa kalktığında geçmişine dair hiçbir şey hatırlamaz ve kendini New York sokaklarına vurup çevresinde hafızasını yerine getirmeye yardımcı olabilecek ip uçlarını birleştirerek kimliğini bulmaya çalışır. Puzzle şekillendikçe Gentek’le ilgili anıları gözü önüne gelir ve intikam için yola koyulur. Virüsün etkisiyle uzuvlarını silah gibi kullanmaya, uçmaya, yüksek binalara tırmanmaya başlar. O artık bir Unstopable'dır.

9. Sayko: Teğmen Nomad’e hayat verdiğimiz Crysis serisinin ilk oyununda kim ne derse desin esas oğlan Sayko’ydu. Öyle çok sevildi ki; Yerli kardeşler devam oyunu Warhead’in başrol koltuğuna onu oturttu. Başına buyruk yapısı, emirlere aldırış etmeyen nükteli konuşmaları ile gönüllere taht kurdu. İnşallah Crysis 2’de de bol bol görürüz.


8. Ezio Auditore da Firenze: Altair’in torunu, Desmond Miles’ın atası olan Ezio esasında sağlam çocuktur. İyiyi korur, kötünün karşısında durur falan filan. Fakat babası ve kardeşleri Federico ve Petruccio’nun halk önünde idam edildiği gün yedi ceddinin birer suikastçi olduğunu ve bu mirası devam ettirmesi gerektiğini öğrenir. Artık o eski saf Ezio gider yerine intikam ateşiyle yanıp tutuşan vahşi bir assassin gelir. Uberto Alberti’den Rodrigo Borgia’ya kadar ne kadar düşman varsa Polat Alemdar’ın 6 baronu aynı gecede ipe dizdiği gibi kılıçtan geçirir.

7. Lara Croft: Bu kızla yeri geldi kayıp eser peşindeki gizli şirketlerle çarpıştık. Yeri geldi Güney Amerika’nın uçsuz bucaksız kentlerinde yolumuzu bulmaya çalıştık. Tomb Raider serisi bir süre sonra boka sardı ama bu atletik, cesur, güzel bayan oyunu tek başına sattıracak kadar güçlü bir fenomene dönüştü. Açık kahve şortu, yarım botu, parmaksız eldivenleriyle müthiş modellenen Lara, aksiyon-macera türünde kadın karakter görmeye alışkın olmayan bünyelerde kendine özel bir yer edindi bile.

6. Duke Nukem: Çocukken ne oynardık be! Ne severdik bu adamı! Sarı saçları, kaslı vücüdu ve alaycı tavırlarıyla kaleyi içten fethetmişti Duke. En son Manhattan Project’te çıktı karşımıza, 7-8 yıl evvel. Senelerdir devam oyununu bekledik, ha geldi ha gelecek dediler, kandırıldık, vel hasıl olmadı. Şimdiki firmalar yarattıkları kıçı kırık karakterlerin üzerine iki üç ciltlik oyunlar çıkartırken 3d Realms Duke Nukem efsanesini tarihin tozlu sayfalarına gömmeyi tercih etti. Yazıklar olsun!

5. Gordon Freeman: Bir insan nasıl hem bilim adamı zekasına hem üst düzey askeri yeteneklere hem de böyle bir karizmaya sahip olabilir ki? Otobüs şoförlerindeki levye kullanma eğiliminin Freeman’dan sonra patlamaya yaptığı rivayetleri dolanır etrafta, şahsen inanırım. Türlü maceranın içine dalar ama iki kelam konuşmaz. Düşünür, üretir, uygular. İç dünyasını merak eder dururum. Sessizliğin çığlığı mıdır bu?

4. Dante: Kardeşi Vergil’in aksine iyiliği, saflığı temsil eden Dante’nin yakışıklılığı dünya ahiret tescillenmiştir. Rebellon kılıcıyla yaptığı kombolar, onu şeytan formuna sokan Devil Trigger özelliği ve yaşattığı aksiyon DMC’ın sürekli kendini tekrar eden rutin oyun düzeni içerisinde bizi ekrana bağlayan nacizane özelliklerindendir. Nero da fena değil ama bu serinin beşincisi çıkacaksa ben Dante biraderi görmek isterim.

3. Batman: Eidos’a bir teşekkür borçluyuz. Bu kadar berbat dizi/film oyunları yapılırken Arkham Acylum’la ezber bozmayı başardılar. İlk bölümde elimizden kaçan Joker’i yakalamaya çalıştığımız oyunda Batman’in her zamanki ihtişamı dikkat çekiyor. 1'e 1’lerdeki müthiş dövüş kombinasyonları, kullandığı batarang vb. ekipmanlarla 10 numara olmuş Bat.

2. Solid Snake: 1972 yılında big boss klonlayarak kusursuz askeri mürettebat üretmeyi amaçlayan ‘’les enfants teribles’’ projesinin ürünü olarak dünyaya gelir Solid Snake. Klonlanan babasının çekinik genlerini taşır. ‘’İmkansızı mümkün kılan kişi'' olarak nam salar. Üst düzey askeri yetenekleri, yüksek IQ’sü ile dikkat çeker.

Böylesine olağanüstü donanıma sahip askerin tabi yaşadıkları da olağan üstüdür. Outer heaven görevinde çökertmeye çalıştığı birimin tepesindeki elemanın (big boss) babası olduğunu öğrenir. Bir sonraki Zanzibar land isyanında babasına savaş açar ve kendi elleriyle hayatına son verir. Shadow Moses görevinde de kardeşi Liquid’le yumruk yumruğa gelmiştir.

Solid Snake’in seri boyunca görev seçiminlerinde rasyonel davrandığı, iç çatışma yaşamadığı buna karşın görev bitiminde kendini yargılayıp inzivaya çekildiği görülür. Farklıdır, her bölümden sonra oyun gurmelerinin ağzında değişik tatlar bırakır.

1. Kratos: Nereden başlayım abi anlatmaya? Şimdi yazmaya kalksam sabah ederiz burada. Olimpos’un zirvesinde intihar etmeye hazırlanırken Tanrılara kafa tutabilecek bir ölüm makinesine dönüşen Kratos bu. Ölüyü andıran ten rengi, devasa kılıcı, heybetli görüntüsüyle açık ara hayat verilmesi en zevkli oyun karakteri. Sony'nin oyun kapağına ''Öğrenciyseniz okuldan soğutabilir. Kazık elektrik faturaları gelebilir'' şeklinde bir prospektüs koyması artık farz olmuştur şu saat itibarı ile.

Mclaren

Dallas'tan Sezon Finali

Nowitzki ikinci yarıda bırakın 24'ü ister 44 atsın ister ağzıyla kuş tutsun artık yaranamaz bana. Bir lider nasıl bu kadar amatör davranır, aklım almıyor. Sinir havliyle tek periyodda yapılmış 4 saçma sapan faul. 3'ü topsuz alanda. Çaresiz, sinirini rakipten çıkaran, EQ'sü dibe vurmuş bir adam... O kimliğe yakışmadı! Ha, maçı kazandırsaydı böyle mi konuşurduk, muhtemelen hayır! Yine en iyi bildiğimizi yapıp o kısma çizik atardık!

Marion için preview'de dediklerimi geri alıyor ve tükürdüğümü yalıyorum. Bir insan bu kadar e-zi-le-mez. Ne Ginobili'yi yavaşlatabildi ne hücumda bir yararı oldu. 5 yıl için 40 milyon dolar. Cuban dizini dövsün. Jason Terry'nin performansı çok inişli çıkışlı. Bir maç 27 atıp iki gece sonra 12'ye, son maçta da 2'lere düşecek kadar... Dünün kayıplarındandı. Jason Kidd'in özgüveni boş pozisyonda potaya bakamayacak kadar körelmiş. Bu yaz Dampier'ın kıçına tekmeyi vurup eli top tutan yani Dampier gibi olmayan bir pivot renklere bağlanmalı. Haywood ve Dampier gibi hücum özürlü iki kalası istesen bir araya getiremezsin. Donny Nelson'ın menajerlik başarısıdır. 5 maçtır Rodrigue Beaubois'in yüzüne bakmayan Carlisle'ın Fransız'ı yeniden keşfi de Dallas camiasına hayırlı olsun.

29 Nisan 2010 Perşembe

Tanrı'nın Sopası Yok

Basketbolda İspanyolların en ufak darbede geriye tramplen yapmalarına uyuz olurdum. Futbolda daha yaratıcıları varmış!

(Busquets, Motta'yı attırırken)

Çirkin Futbolun Temiz Çocuğu Jose Mourinho

Geçtiğimiz yıl Hiddink'in Chelsea'yle yapmaya çalıştığını bu yıl Mourinho İnter'le yaptı. Barcelona'yı oynayarak değil oynatmayarak finalin dışına itti. Camp Nou'da 3-1'i korumak için oyunu kendi yarı sahalarında kabul edeceklerini, geriye yaslanacaklarını tahmin ediyordum ama bu akşam resmen Çanakkale Geçilmez'i oynadılar. 5'li savunma hattıyla ileri uçtaki Milito arasındaki mesafenin 40-45 metre kadar olduğunu söyleyim artık gerisini siz hesap edin. Motta'nın atılmasından sonra o mesafe iyice daraldı ve 5'li hattın önüne bir 4'lü set daha dikerek 5-4-0'a döndüler. Amaç tabi ki; Barca'ya pas yaptırmayıp Messi'yi de toptan uzak tutmaktı.

Barca ikinci yarının tamamını 1. bölgede oynadı. İnter'in muhtemelen 5-10 metre arayla dizilmiş 5+4'lük defans yazılımı öne çıkmamakta diretince top 20-25 metrelik alanda dönmeye başladı. Köşeye sıkışan Guardiola kiliti Krkic'le açmaya çalışırken İbrahimovic'i oyundan alarak hata etti. Ne kadar kötü oynarsa oynasın Ibra oyunda kalmalıydı. İnter'in de üzerlerine gelmeye pek niyeti yokken defanstan bir oyuncu çıkarılabilirdi.

İnter kalesini 84'e kadar iyi savundu. 18 civarına öyle bir yığıldılar ki; 1 kişi eksik oynamanın dezavantajını hissetmediler bile. Muntari'nin ofsaytı bozduğu pozisyonda Pique'nin değme forvetlere taş çıkartacak soğukkanlılıkla attığı golle fark 1'e indi. Fakat kalan süre yetmedi ve Krkic'in gayri nizami golüyle Madrid hayali kursaklarda kaldı.

Bugün kötü futbol mu kazandı yoksa akıllı futbol mu anlamadım. Yanlış anlaşılmasın, Mourinho'ya methiyeler düzme niyetinde değilim. Bir taraftan şunu düşünüyorum: Mourinho, İnter'den bizim istediğimiz futbolu oynayarak kazanan, korkulan bir takım yaratmadığı sürece böylesine elde edilmiş anlık başarılar benim nezdimde başarı değildir. Diğer taraftan da ne kadar çirkin görünürse görünsün bir strateji üretip, bunu Barcelona'ya karşı 2 ayaklı düelloda başarıyla uygulayabiliyorsan ve dünyanın en iyi takımını alt edebiliyorsan bu da başarı değildir de nedir?

Takdir sizin...

28 Nisan 2010 Çarşamba

Kaybedemezlerdi!

Fazla teferruata gerek yok. San Antonio ''Nasıl olsa bunun altıncısı var'' diyerek buraya pek kazanma niyetiyle gelmemiş. Dallas'ın maç başındaki agresif girişine yanıt veremediler ve havluyu erken salladılar. Bir süre sonra yıldızlar birer birer kenara geldi. Mahinmi, Mason, Bogans gibi seriyi bench'ten kombine biletle izleyen oyunculara şans verildi.

Dallas için bu maç ''kazanılmış bir maç'' olmaktan öte kafa olarak seriye geri dönebilmek adına daha önemli. ''Biz de varız'' duruşunu göstermek zorundaydılar. Butler'ın hırsı, Terry'nin havluyla sürekli taraftarı ayağa kaldırma çabası da gösterdi ki; Dallas'ın sadece biraz ateşe ihtiyacı vardı.

6. maçta Dallas tarafında kilit oyuncunun Jason Kidd olacağını düşünüyorum. Hani Dampier ve Haywood'un potansiyelini bildiğimden seri boyunca ''pivotlardan katkı gelmiyor'' olayına hiç girmedim (aslında girmeliydim ama sorgulanması gereken o kadar çok adam vardı ki; onlara sıra gelmedi) fakat ana problemin Kidd'den kaynaklandığını, Dallas hücumda tıkandığında Jason Kidd'in de oyun kurma ve takımı oynatma konusunda tıkandığını açıkça dillendirmek gerek. İlerleyen yaşı, ağırlaşan bacakları Kidd'in yıllardır yapmayı en iyi bildiği şeyi yapmasına bahane değildir. Kidd'in o mavi formayla sahaya çıkış sebebi budur. Altıncı maçta San Antonio defansı iş başına geçerken en azından benim gözlerim sürekli Jason Kidd'i arayacak ve kayıp halinde sehpaya o oturacak.

25 Nisan 2010 Pazar

Yaşlı Spurs'ten Savunma Dersleri (2-1)

Rick Carlisle'ın arayış içinde olduğu belliydi. Butler'ı kenara oturtup ikinci yarının neredeyse tamamını üç guard'la oynadı. Burada amaç; hem Barea ile penetre tehdidi yaratmak hem de yarı saha hücumunda yaşanılan tıkanıklığı tempoyu artırıp hızlı hücumlarla kolay sayılar bularak tolere etmekti. Kidd, Barea ve Terry'nin ikinci maçta kısa süre beraber oynadıklarını ve o ara 9-0'lık seri yaptıklarını hatırlıyorum. Anlaşılan Carlisle orada bir ışık görmüş.

San Antonio'daysa gittikçe sertleşen takım savunması yine iş başındaydı dün gece. Maç başında kemerleri öyle bir sıktılar ki; Duncan'ın bire birde Dampier'a yaptığı bloğu, baseline'dan içeri dalan Butler'ın yardım savunmasını görünce topu dışarı fırlatışını, yine Butler'ın süre biterken elinde patlayan hücumu (bu saydıklarım ilk 5 dakika içinde gerçekleşiyor) ve Dallas'ın ilk yarıda tam üç kez 24 saniye süresi dolmadan potaya gidemediğini düşünürsek yaş ortalaması yüksek diye eleştirilen bir takımın savunmada bu kadar hareketli ve esnek olabilmesi gerçekten takdiri hak ediyor.

Seri ilerledikçe Dallas'ın kağıt üzerinde daha alternatifli görünen oyuncu rotasyonunun aslında ne kadar yanıltıcı olduğuna şahit oluyoruz. San Antonio'nun Parker, Duncan ve Ginobili'den aldığı katkı belirli bir seviyenin altına inmezken yanına bir ilave yaptıklarında (ikinci maçta Jefferson /19 sayı/, üçüncü maçta George Hill /17 sayı/ ) sonuca gidebiliyorlar. Dallas'ta Marion ve Kidd'in potayla pek arası yok. Dirk, Terry ve Butler'dan da aynı maçta verim alamadıklarına göre iş biraz da Barea ve diğer yan parçaların günübirlik performansıyla şapkadan tavşan çıkarmalarına kalıyor. Rakibin hücum yüzdesini 3 maçta da %48'in altına düşüremeyen kovboylara bu savunmayla maç kazanamayacaklarının da hatırlatılması lazım.

Carlisle üçüncü maçta bir kumar oynadı ve kaybetti. Ben ne olursa olsun Butler'ı son dakikalarda parke üzerinde görmek isterdim. Parker'ın clutch time şovunda yetenekleri kadar, karşısındaki savunmacının Barea olmasının da etkisi inkar edilemez. Ayrıca 3 guard sahadayken Kidd, Richard Jefferson'la eşleşmek zorunda kalıyor ki; üçüncü maçta bu match-up'ı kullanmayı akıl edemeyen R-Jeff ayıkırsa oradan bol ekmek yer.

Seri 2-1'e geldi. Dördüncü maçı Spurs kazanırsa geçmiş olsun. Cuban'dan sağlam bir sıra dayağı yerler. Herifin iki senedir yapmadığı mali fedakarlık kalmadı. Bir de üzerine Dallas t-shirt'ü giyip deplasmanda arkanı kollamaya gidiyor, daha ne yapsın? Ha, Dallas kazanırsa bu sefer sil baştan! Kağıt kalem elde yeni hesaplar, yeni taktikler, yeni çözümler...

24 Nisan 2010 Cumartesi

Skid Row'dan Ubisoft'a Mesaj!

Assassins Creed 2'nin Reloaded sürümü beyaz ekran sorunu verince ''Tamamdır, Ubi başardı'' demiştik ama Skid Row hack grubu dün çıkarttığı crack'le AC II'yi resmen kırmış oldu. Helal olsun (!) diyorum vallaha. Bu zamana kadar nice oyun firmaları geldi geçti bu alemden, onlarcası kepenk indirdi ama bu herifler hala piyasada.

Skid Row'un hack'ten sonra Ubisoft'a mesajı da hayli manidar. ''Rekabet ettiğiniz için teşekkür ederiz Ubisoft. Ama biz sadece hayatı kolaylaştırmaya çalışıyoruz.''

Şimdi gözler Prince of Persia: The Forgotten Sands'a çevrildi. Ubisoft'un daha önce Mayıs'ta çıkarmayı planladığı oyunun PC versiyonunu Haziran'a atması ''DRM'i geliştirmek için ek süre'' olarak yorumlanmıştı. Bakalım Fransızların göle çaldığı maya bu sefer tutacak mı?

Dwyane Wade İflas Etti

NBA'de süper yıldızının sırtına binip gitmeye alışkın çok takım gördüm ama bu Wade gibi bir üstinsan (Şansal Kulabaş'ın lafıdır) için bile ağır sorumluluk. Dün gece 44 dakika oynamak zorunda kaldı Wade. Çok yoruldu, yıprandı. Heat'te tehdit yaratan başka oyuncu olmadığından Boston savunması sürekli onun üzerine kapandı ve ''Ulan! Ben de insanım'' demeye gelen yıldız oyuncunun dizleri bitime saniyeler kala arıza verdi.

Eric Spoelstra'nın mola arasındaki Wade sorusuna verdiği ''Maalesef elimizden bir şey gelmiyor. Onu dinlendiremiyoruz'' cevabıyla çaresizlik koçun dilinde resmen vuku bulmuştu zaten. Bacağına yapılan ayak üstü masajlarla dik tutulmaya çalışılan DW3 iğneyle sahaya çıkmış futbolcu muamelesi gördü ve dizindeki çekmeden dolayı Boston'ın son hücumunu kenardan seyretti. Süreyi iyi kullanamamasına rağmen Pierce'ın zor şutu sokarak seriyi 3-0'a getirmesiyle Wade bir kez daha yıkıldı.

Maçı izlerken br ara aklıma Kobe ve LeBron geldi. Kobe 35.4 sayı ortalamasıyla oynadığı 2005/06 sezonunun ardından yanında kendisine eşlik edecek bir partnerin olmadığını söyleyerek takasını istemiş, sıkıntısını beach'lerde bol bol İbrahim Talıses'ten 'yalnızım dostlarım yalnızım yalnız' dinleyerek atmıştı. Neyse ki; Gasol takasıyla gönlü alındı. LeBron'ın 2 sene önceki benzer isyanı da Cavs yönetiminin Mo Williams'ın bol sıfırlı kontratının altına yatmasıyla son bulmuştu. Wade oyuncu opsiyonunu kullanması durumunda bu yaz serbest kalacak ve Heat organizasyonu bu şartlarda Wade'i nasıl memnun edecek orası koca bir muamma.

23 Nisan 2010 Cuma

San Antonio Seriyi Eşitlerken...

Seri başlamadan evvel eşleşilmesi güç oyuncular listesinin başına Nowitzki'yi koymuştuk. Bay 41 bu hakkını ilk maçta kullandı. Standartları ölçüsünde kendisini pek de fena savunmayan McDyess ve Bonner'ı yere serdi. Tabi o gece basketbol tanrısının Nowitzki'nin yanında olduğunu da eklemek lazım. Devre bitimindeki basket faul dahil öyle zor şutları soktu ki; Murat Murathanoğlu başta olmak üzere bu işe gönül vermişler olarak bol bol ''Yok Artık!'' çekmeye başladık. İşte yıldızları özel yapan şey de bu. Karşısına en kral savunmacıyı versen de double team getirsen de bir yerden sonra ''atmasın'' diye ellerini açıp yaradana tevekkül getirmek zorundasın. Dirk daha 3. çeyrekte 30'u bulurken bunda McDyess/Bonner kadar Dallas kısalarının şut tehdidinden dolayı kendisine ikili sıkıştırma getiril(e)memesinin de payı vardı.

Bu serinin bay problemi Nowitzki olabilir. Fakat Spurs'te match-up sıkıntısı yaratacak oyuncu sayısı daha fazla. Ginobili'nin penetrelerini kesecek formülü daha NBA'de bulan olmadı. Her daldığında kazandan birşeyler (sayı/faul) çıkarmayı başardı Arjantinli. Shawn Marion'ın hem Manu'yu savunurken yıpranması hem de bu yorgunluğun etkisiyle hücumlarda pek görünmemesi de ''çift katmanlı Manu etkisi'' olsa gerek. Popovich'in Parker'ı yedek soyundurmasını bekliyorum demiştim. Bu sayede hem George Hill'i hazır tutup hem de bank katkısını artırmayı planladı Popovich. Hill'in dağınık görüntüsüne rağmen Parker'ın kenardan gelmesi Manu'nun oyunda olmadığı dakikalarda en azından iki penetre tehdidinden birinin sahada olması bakımından gayet yerinde bir hamle.

Dallas'ta Nowitzki dışındaki en efektif isimler Butler ve Terry'di. Yıllardır potansiyelini Washington'da heba eden bir All-star eskisi olarak Butler'ın başarıya duyduğu açlığın, hırsın play-off'ta sık sık ateşi düşen Dallas'a kazandırabileceği en büyük artı olacağını söylemiştim. Bu azmini ilk iki maça fazlasıyla yansıttı Butler. Baseline'dan uçup Duncan'ın üzerinden smaca kalkacak kadar agresifti. Josh Howard'ın son 2 senede altından kalkamadığı '' yardımcı erkek oyuncu'' rolünü iyi oynadı. Terry desen iki tarafı keskin bıçak. Sevimli hayalet Casper gibi ortalıkta dolandığı ilk maçın ardından çabuk toparladı. Nowitzki'nin kilitlendiği maçın üçüncü çeyreğinde skoru tek başına ( Hakkını yemeyelim. Orada Butler'ın da katkısı vardı) sırtlayan adam oldu. İçeriden dışarıya yaptığı topsuz katlarla Hill'i oyuncak edip 27'ye ulaştı ve ''Baskı altında ezilir'' diyenlere yanıt verdi.

San Antonio için X faktörlerin başında Richard Jefferson'ın geldiğini yinelemeliyim. Rakip savunma Parker ve Ginobili'nin üzerine yoğunlaşmışken R-Jeff'in bol bol potaya yürümesi gerekiyordu ki; ancak ikinci maçta ayıkabildi 30 yaşındaki forvet. İlk yarıda 17 sayı buldu, iki kez Marion'ın, bir kez Butler'ın üzerinden bitirdi. Dahası; Parker ve Ginobili'nin penetrelerinde içeri gömülen Dallas savunmasına dışarıdan soktuğu 2 şutla cezayı kesti. Preview'de es geçtiğim Tim Duncan'sa serinin MVP'si olmaya doğru gidiyor. İlk maçta tip-off'la 7. dakika arası potaya bile bakmayan TD ikinci maçta oldukça efektifti. Zaten alçak posta indiğinde neler yapabileceğini biliyorduk buna bir de guard'larla tepeden oynadığında kendisini tutacak oyuncuların Haywood ve Damp olduğunu eklersek ortaya çıkan sonuca şaşırmamak lazım. İkinci maçta Dallas çift hanelerde seyreden farkı bir ara 5'e kadar indirirken Duncan tek başına yaptığı 8-0'lık seriyle ''Durun bakalım. Nereye böyle beyler?'' dedi Nowitzki ve saz arkadaşlarına. Maç sonunda ekrana yansıyan ikinci şans sayılarındaki Spurs üstünlüğünde de (21-9) Duncan'ın aldığı hücum ribaundlarının (5) etkisi büyüktü.

Koç tercihlerine baktığımızda Popovich'in zaman zaman kısa 5'le mücadele edebileceğini tahmin etmiştim. Matt Bonner'la 2.01'lik Dejuan Blair'i 4/5 oynatarak Don Nelson'ın Warriors'daki çılgın 5 denemelerine taş çıkarttı veteran hoca. ( Rick Carlisle da bazen buna Marion'ı 4'e çekerek aynı formatla cevap verdi) Bunu ilk maçta denedi ve yayıncı kuruluşun o esnada ekrana getirdiği manidar istatistikle ('offensive rebound' Mavericks:6 Spurs:1) bunun parkeye çok da olumlu yansımadığını gördük. Hücumda fazla görünmeyen Bonner 2. çeyreğin (2. maç) başında soktuğu iki üçlükle boş bırakırsanız cezayı keserim dedi. Yine McDyess da ilk maçta kendisini boş bırakan Nowitzki sayesinde orta mesafeden 3 isabet bulmuştu.

Seride dikkatimi çeken diğer anektodlar; ikinci maçta Spurs'ün Duncan'ı Nowitzki'yle eşleştirip Alman forveti içeri girmeye zorlamasıydı. 2 kez denediler Dirk birinde turnike attı diğerinde asisti Butler'a çıkardı. (Örnek yukarıda çizimlenmiştir) İlk maçta Spurs'ün Hack a Dampier taktiği de şimdiden en'ler arasına girmiştir. Carlisle'ın Beaubois ve Najera'yı keserek kadroyu daraltması gümdem teşkil etmese de ince detaylardan biri... Jefferson'ın 19 sayısından sonra Amerikan basınının iki takımın geçtiğimiz yaz renklerine bağladığı iki FA Jefferson ve Marion arasında sidik yarıştırması da Alex mi Hagi mi tartışmaları kadar abestti.

Seri 1-1 oldu. Ben taraflar 1'er deplasman galibiyeti alıp 7'ye uzatırlar diyordum ki; oraya doğru gidiliyor. 4-3 Dallas kazanır iddiamın da hala arkasındayım.

22 Nisan 2010 Perşembe

Erman Toroğlu, Bobo'yu Nereden Tanır?

Bobo'nun hafta içinde ''Penaltı olursa ben atacağım'' demesi ve sürekli penaltı çalışması biraz tuhaf geldi. Bobo Brezilyalı. Tıpkı takım arkadaşı Nobre gibi. Fenerbahçe'nin Brezilyalı kaptanı Alex'le de ailece görüşürler. ''Erman Toroğlu''

Türkiye'de hakemlik yapmış, az çok bu işin mürekkebini yalamış ve ne acıdır ki futbolculuktan gelen biri söylüyor bu lafları. İftiralar, skandallar, hakem odası basmalar, MHK'ya TFF'ye yönelik tehditler o kadar rahat dillendiriliyor ki bu ülkede ve basında öyle normalize ediliyor ki artık şaşırmıyorum, rutin geliyor. Zaten kimse de ''Vay lan ne oluyor burda?'' demiyor. Bobo'nun penaltı egzersizini ''Maç satıyora'' getiren Erman Toroğlu geçen sene Beşiktaş'ın Fenerbahçe'yi 4-2 yendiği kupa finalinde iki golü Bobo'nun attığından bilmem haberdar mıdır? Brezilyalıların aile ilişkilerine ne kadar yakındır? Ya da Bobo'yu nereden tanır?

Türkiye'deki futbol kalitesinin yorumcusundan seyircisine kadar kimseyi tatmin etmediğinin farkındayım. Fakat reyting uğruna yaratılmış sığ çabalarla futbola bakışın bu kadar ucuzladığı bir ülkede o marka değeri denen hayaletin içini doldurmak da, 321 milyon doların hakkını vermek de işte bu kadar mümkün olur.

20 Nisan 2010 Salı

Champions League vs. Papatyam

İki hafta evvel Barcelona-Arsenal maçını vermeyen Star'a isyan ettik, içerledik, mail yağmuruna tuttuk. Peki ne değişti? Hiçbirşey! D-smart üyeliklerini artırmak için maçı Star Tv'den alan Doğan Yayın Grubu ve endüstriyelleşen medya dünyasına yenik düşmüş bir avuç mağdur futbol tutkunu...

Bir dönem NBA TV'yi kablolu yayına geçirip basketbol zevkimizi makaslayan zihniyetle bunların arasında bir fark yok. Biri kablo, diğeri dijital platform. Araç farklı, amaç aynı. Lanet olası ticari kaygı!

Papatyam'ın reytingi şampiyonlar ligi maçlarından daha yüksekmiş. Veriler öyle söylüyor. Bu da futbol dışında diğer tüm sporlara üvey evlat muamelesi yapan güzel ülkemin futbolu bile adam gibi sevemediğinin göstergesi olsa gerek. UEFA finalini banttan izlemiş millet olarak artık pek koymuyor bunlar! Reytingin bol olsun Star!

19 Nisan 2010 Pazartesi

Beşiktaş'ın Eti Ne Budu Ne?


Maçtan sonra en güzel açıklamayı Özer Hurmacı yaptı. ''Beşiktaş'ı bu kadar defansif kadroyla görünce rahatladık'' dedi. İlk 11'ine baktığımızda Tello ve Bobo dışında yaratıcı oyuncusu yok Beşiktaş'ın. Kulübede sakatlık dönüşü bir türlü toparlayamayan Holosko, 55-60 dakikayı zor kaldıran Yusuf ve takıma küstürülmüş Serdar Özkan (!) var tabelayı değiştirecek. Beraberliğin bile yetmediği ortamda elindeki malzeme buysa ben bir Beşiktaşlı olarak Mustafa Denizli'yi mi suçlamalıyım? Yoksa transfere muadillerinden daha yüksek bütçe ayırmasına rağmen takımın bu kadar hücum özürlü oynamasına seyirci kalan Beşiktaş yönetimini mi?

İlk yarıda neredeyse rakip kaleyi tutan bir etkili şutumuz yoktu. Kendi yarı sahamızdan Bobo'ya şişirilen toplarla pozisyon kovaladık, üretemedik. Fink ve Ernst'in ileri çıkmaması, Tello'nun hazır olmaması orta saha hakimiyetinin Fenerbahçe'ye geçmesindeki birincil etkendi. İkinci yarıda risk aldık, savunma hattını öne çektik ve kanatları kullanmaya başladık. İlk yarıda Gökhan Gönül'ün peşinden ayrılmayan İsmail'in ve 46'da oyuna giren Uğur'un katılımıyla pas trafiğini artırıp topu ayağımızda tutarak rakip kaleye yürüdük ve nitekim bir sol kanat organizasyonunda Lugano'nun eline takıldık ( Hakemlerden dert yanıp bir ara kulüpler birliği başkanlığını bırakan ey Aziz Bey! Bakın, bazen size de kıyak geçilebiliyor) . Bobo'nun pasında gole giden Uğur'a yaptığı kontrolsüz hareketle ''Bu adamın Fenerbahçe'de ne işi var?'' dedirten Bilica sayesinde bu sefer çizgiye gitmeyi başardık. Ama Bobo sağ ayağını açıp atacağı köşeyi Volkan'a öyle bir gösterdi ki; hani kurtaramasa Volkan'a kızardım, o derece. Sonrası aynı tas aynı hamam. Serdar Özkan'ın 75-80 gibi girip tabelayı değiştirdiğini hiç görmedim. Fink'e 85 dakika sabredip Holosko'yu o dakikada oyuna almak da beraberliğin işe yaramadığı ortamda ne ifade ediyor, çözebilmiş değilim.

Sofradan arka kalanlar; çıkan 3 kırmızı kart ve Bilica'nın çirkefliğiydi. Penaltı noktasını kazımak acizlik, terbiyesizlik hatta af edersiniz şerefsizliktir. Lugano'nun elini görmeyen hakem Göçek'in Bilica'yı hem penaltı pozisyonuna sebebiyet hem de sondaj işleminden ötürü 2 sarıyla atması gerekirken husumeti tek sarıyla geçiştirmesi de bildiğin korkaklıktır.

Son 4 haftaya 57 puanla giren Beşiktaş, şampiyonluk ve şampiyonlar ligi fırsatını kaybetti. Bundan sonra ancak ve ancak Bursa maçıyla şampiyonu tayin eden takım olur. Ya muadillerine çalışır yada Bursa'nın reformuna öncülük eder.

17 Nisan 2010 Cumartesi

Murat Özarı'dan Küvet Açılımı

Bayılıyorum abi bu adamlara, harbiden. Tahmini falan bırakıp sabaha kadar geyik yapsalar, gelen e-mail'lerle taşak geçseler yine izlerim. Zaten gecenin 1'inde başlayan programda izleyiciyi uyanık tutmak istiyorsan yapacaksın bunları. Haberi sporx'de gördüm. Bay Tahmin'de Fenerbahçe-Beşiktaş maçı değerlendirilirken yine time-out yapan Özarı 4 dakikalık küvet muhabbetiyle kırdı geçirdi. Malzeme Fikret sağlam bozuldu, Özarı da yasemin yağı, Fikret'in koca body'si derken bildiğin bel altına çalıştı. Ekranı kapatırken 2 saat aralıksız Cem Yılmaz izlemiş gibi hissettim kendimi.

16 Nisan 2010 Cuma

Heavy Rain'e Sex Sansürü

Upsblogit'in Quantic Dream'in eski geliştiricisi Aleksandre Roche ile yaptığı röportajda Heavy Rain'in bazı sahnelerinin Sony tarafından sansürlendiği ortaya çıktı.

- Bazı duş sahneleri çıplaklık gerekçesiyle sansürlendi.

''Sony duş sahnelerini müstehcen buldu ve kaldırmamızı istedi.

- Oyunda John Mars'ın yaşadığı kaza anı çok vahşice bulundu.

''Sansürsüz sahnede John Mars'a araba çarpıyor ve Mars bir süre yolda yuvarlanmaya başlıyordu. Sony, Mars'ın ölümünü gizlememizi istedi''

- Son olarak sansürlenen cinsel sahneler

Soru: Daha önce yine Quantic Dream'in geliştirdiği Fahrenheit'teki cinsel sahneleri daha ağırdı. Ona sansür uygulanmadı peki neden Heavy Rain'i sansürleme ihtiyacı hissedildi?

''Biz Fahrenheit'i PS2, Xbox ve PC platformlarına çıkardık, dağıtıcı firma olarak Atari'yle anlaştık. Fakat Heavy Rain bir PS3 oyunu ve Sony'nin kurallarına uymak zorundayız. Yoksa HR'de cinsel unsurları Fahrenheit'ten daha azdı''

Birleşik Arap Emirliklerinde satışı ve dağıtımı yasaklanan oyununun duş sahneleri...

15 Nisan 2010 Perşembe

NBA / Sezon Sürprizleri Top 5

5. Jason Kidd: Tamam, kabul ediyorum. Bir Dallaslı olarak kıyak geçtim bu herife ama hak etmedi de değil. İki sene evvel Harris takasında 'zarar ettiren' yaftası yiyen bu adam 37 yaşında ve 9.1 asist ortalaması tutturacak kadar diri. Savunmada ağırlaşan bacaklarına rağmen hiçbir zaman hücumunun bir parçası olmayan dış şutunu geliştirip 42,5'luk üç sayı yüzdesi yakalaması da takdire şayan.

4. Tyreke Evans ve Step Curry: İlk sezonunda 20-5-5 yapan dördüncü çaylak ( diğerleri Oscar, Lebron, MJ) onuruna erişen Tyreke son yıllarda Durant ve O.J Mayo'dan sonra NBA'e adımını atmış en yetenekli skorerlerden biri oldu. Bir ara müzmin sakat Kevin Martin'in üzerine takım kurma aptallığına yeltenen Kings organizasyonunun gözüne inen perdeyi de bu sayede kaldırmış oldu. Sırf Golden State'deki şişirme istatistiklerden ötürü hak ettiği saygıyı görmeyen Step Curry de geleceğin en baba şutörlerinden biri olma yolunda, imzamı atarım.

3. Milwaukee Bucks: Michael Redd'siz bir sezon ve Bogut'suz sezon sonuna rağmen doğu altıncısı oldular. Fakat hala Bucks'a karşı bir sempati duy(a)mıyorsam sebebi Scott Skiles'dır. Hadi Ersan'ın ilk senesinde oynadığı pozisyon kalabalıktı, beklediği süreleri alamadı ve ilginçtir yığıma sebebiyet veren oyuncuların çoğu sadece şut atıyordu. Peki bu sene? Hangi maçtı hatırlamıyorum ( bulursam kesin edit'lerim) Ersan müthiş bir 3. çeyrek performansından sonra kenara alınmıştı. Oyun kafa kafaya gidiyordu. O ara Delfino ve Mbah Moute'nin harbi harbi saçmaladığını, saç baş yoldurduğunu hatırlıyorum. Ona rağmen son çeyrekte Ersan'a hiç dönmedi Skiles. Maçı kaybettiler. Play-off'ta da canları cehenneme...

2. Phoenix Suns: Sezon öncesi bırakın play-off'u 40 galibiyet alırlar mı tartışmaları yapılıyordu bu takımın üzerinden. Ama küllerinden doğan Nash'le, All-Star'dan sonra hayvanlaşan Amare'yle, Dudley ve Frye'la zenginleşen bench'iyle ayağa kalkıp bize 3 yıl öncesine ait bir flash back yaşattılar.

İki tane birincim var. Oklahoma tamam da, Aaron Brooks'a plase demeye dilim varmadı!

1. Oklahoma City Thunder: Durant gibi skorer ve Westbrook gibi oyun bilgisini ve saha görüşünü geliştiren, müthiş penetreci, atlet bir oyun kurucunuz varsa pembe hayaller kurmak için sağlam sebebiniz var demektir. GM Sam Presti'nin uzun süre bu ikilinin gelişim göstermesini beklemesi, sabretmesi ve sırf transfer yapmış olmak için transfer yapmaması ( Joe Dumars gibi) OKC'ye gelecek vaaden bir kadro ve esnek bir salary cap kazandırdı. Kompozisyonu sağlam bir uzunla tamamlayabilirlerse ciddi bir şampiyonluk adayına dönüşebilirler ( Bu kadar iddialıyım). Hatta sağlam bir Chandler'la bile bu mümkün olabilirdi.

1. Aaron Brooks: Brooks 2007'de draft edildiğinde Houston kadrosunda profilinde oyun kurucu yazan tam 6 eleman vardı. ( Diğer beşi Steve Francis, Rafor Alston, Mike James, Bobby Jackson ve 2'den bozma Luther Head'di) Ve Brooks bu rotasyonun en dibindeki adamdı. Şimdiyse Houston hücuma kalktığında eline bakılan ilk oyuncu. Alacağı MIP ödülünün bile kifayetsiz kalacağı bir adam. Ayrı bir yazı konusu.

NBA / Hayal Kırıklıkları Top 5

5. Chicago Bulls: 2004 New York ve 2009 Detroit'inden sonra play-off'lara en dağınık giren takım oldu Boğazın boğaları. Son basamağı sürekli Toronto'ya ikram ettiler ama o ikram her seferinde geri çevrildi. Peki sonuç nedir? Yaz tatiline 1 hafta geç girecekler hepsi bu. Cavaliers'ın 4-0'ı dışında her sonuç sürprizdir. NBA'in en kalın uzun tandemiyle baş edecek Joakim Noah'a buradan sabır selamet ediyorum.

4. Boston Celtics: Üç süperstarın ekmek yediği bir ortamda birinin performansı düşerse takım bundan etkilenir mi? Evet, söz konusu adam Kevin Garnett ise etkilenir. Sakattı, toparlayamadı, zamana ihtiyacı var diye kendimizi avutup durduk fakat 19 Mart'ta oynanan Houston-Boston maçı bizlere artık gerçeği kabullenin der gibiydi. Scola, Garnett'in yanından neredeyse yürüyerek sayı atıyordu ve KG'nin ayakları artık gitmiyordu. Bundan sonra toparlar mı sanmıyorum. 34 yaşına geldiğini, o korkunç konsantrasyonunu kaybettiğini görüyorum da bundan sonrası yokuş aşağı... 2008'deki hava da kayboldu ve play-off öncesi elimizde sadece ''3 yıldızın sahip olduğu tecrübeyle...'' klişeleri kaldı, umut vadeden.

3. Hasheem Thabeet: Draftta tercihleri ihtiyaçlar belirlemez (Aslında öyle olması gerekiyor ama...) Kimin yıldızı parlıyorsa o seçilir, pozisyonu ikinci plandadır. Fakat Thabeet tercihine iki pencereden ( ihtiyaç ve oyuncu potansiyeli) de bakıyorum da pick'i mantıklı kılan hiçbir done bulamıyorum.

2.21'lik boyu dışında nedir bu Tanzanyalı'nın cazibesi? Alçak post oyunu yok, her Afrikalı gibi fundementalı zayıf. Ayrıca Memphis'in elinde Marc Gasol denen bir adam var. Thabeet'i hangi akla hizmet seçerler ki? Gerçi seçen adamın Pau Gasol'ü Lakers'a armağan eden adam olduğunu düşünürsek belki de şaşırmamak gerekiyor. Thabeet hem draft tarihinin en berbat pick'lerinden biri, hem de 2. sıradan seçilip NBDL'e gönderilen ilk oyuncu oldu.

2. Philadelphia 76ers: Fazla konuşmayacağım. Geldiği günden bu yana aldığı kontratın üzerine yatan bir Elton Brand, yapıyla alakasız bir koç ve ikinci skor opsiyonu Louis Williams olan bir takım...

1. Hidayet Türkoğlu: Hido geçtiğimiz yaz Kanada semalarına göç etmeseydi Raptors şimdi Triano'ya giydiriyor olurdu. Eurobasket 2009'dan beri toparlayamadı Hido. Yaz kampına geç katıldı, sezona yorgun girdi. Üzerindeki ölü toprağını bir türlü atamadı. Bu sezon çıktığı 74 maçın belki 10'unda eski Hido gibi oynayamadı. Ve günah keçisi ilan edildi.

Şimdi Orlando'da kalsaydı... ile başlayan cümleler kurup olayı dramatize etmeyeceğim. Cebi ve sosyal hayatı için iyi, fakat kariyeri için kötü tercihti. O meblağların ne demek olduğunu bilemediğimizden burada 3 milyon daha az alsaydı da bari Portland'a gitseydi deme hakkımız var mı bilmiyorum. Bir yandan play-off'u evden seyredip, diğer yandan koca bir yaz Chris Bosh'un gözüne bakacak olmaları da insanda nasıl bir halet-i ruhiye yaratır, ayrı konu.

13 Nisan 2010 Salı

Sen de Yorumcu Değilsin Ahmet Çakar

Bu adamların futbol yorumculuğundan para kazanması bana koyuyor arkadaş! Gerçi Hıncal Uluç'un Arda için Messi'nin üzerine 50 milyon euro isterim dediği bir ortamda yaşıyoruz. Kime konuşuyorum ki ben? Haftalardır Messi mi Arda mı muhabbetinin içinden çıkamayan sığ Türk medyasına bir çanak da Telegol'den. Messi, Arda, Trapattoni derken kimin kime giydirdiğinin belli olmadığı ortamda parlayıveren Ahmet Çakar, Pele de futbolcu mu? diyerek reyting sayarın ibresiyle oynadı. Karşısında da mahalle ağzıyla muhalefet eden bir Ziya Şengül vardı ki değmeyin keyiflerine... Bu adam şu FOX'daki yarışmaya daha çok yakışıyordu. Futbol ekranı artık bu bünyeyi kaldırmaz oldu.

Dalga Dalga Gears of War 3

Cliff Bleszinski katıldığı talk show programında (Late Night with Jimmy Fallon) Gears of War 3'ü trailer eşliğinde özet geçmişti. Dağıtıcı firma Microsoft da bugün resmi çıkış tarihini verdi: Gow3 için 8 Nisan 2011'i bekleyeceksiniz!

CB, Gow3'ün senaryo, grafik ve oynanabilirliği hakkında öyle tahrik edici konuştu ki; Xbox'cılar için önümüzdeki 1 yıl nasıl geçecek inanın bilmiyorum. Yeni silahlar, insan ırkına yaşamı zehreden karanlık mekanlar, boss savaşları ve yapıma eklenecek bayan askerler şimdiden büyük merak konusu.

Ayrıca oyunda 4 kişilik co-op seçeneğinin olacağı, partnerlerimizle Marcus, Cole, Dom ve Baird'e aynı anda hayat verebileceğimiz dedikoduları dolaşıyor. Oyunun teması ise; umut, hayatta kalma ve kardeşlik üzerine... Ahan da bu da trailerı !

12 Nisan 2010 Pazartesi

İkinci Testereye Gerek Var Mıydı?

Zaten beyaz perdeden oyun dünyasına atlayarak maça 1-0 mağlup başlamışlardı. İlk oyunu gördükten sonra ''Keşke bu işe hiç bulaşmayıp Saw gibi bir fenomene hakaret etmeselerdi'' demiştim. Gel gelelim ticaret dünyası işte... Düşük ciroya rağmen oyunu kayıtsız şartsız alacak kemik kitlenin farkında olan Konami dün devam oyununu duyurdu. Bir de trailer yayınladı. Gölge ve ışıklandırmalar dışında oha dedirtecek grafik farkına rast gelmediğim fragman burada. İsteyen bir göz gezdirsin.

9 Nisan 2010 Cuma

Waiting for Crysis 2



New York'un göbeğinde nano suit'leri çekip terör estirmek nasıl bir şeydir? Tarif edebilir misiniz?

8 Nisan 2010 Perşembe

Geçmiş Olsun Hido

Bu Toronto'da var bir cenabetlik. Dün Bosh, Antawn Jamison'ın dirseğiyle knock out olmuştu. Boston maçında da üç Raptors'lının arasına giren Tony Allen sıkışan topu kurtarmak isterken istem dışı hareketle Hidayet'e kafa attı. Hido devam edemedi, müdahale sırasında burnunda meydana gelen kanamanın önemli olmadığı açıklansa da kırık şüphesi var muhakkak. Chicago'nun nefesini enselerinde hissettikleri şu dönemde hem play-off için hem de sakatlıklar için gidip bir kurşun döktürseler hiç fena olmaz!

5 Nisan 2010 Pazartesi

Just Cause 2 (İnceleme)

Bir oyunu 2 kez bitirmeden inceleme yazısı yazmam ama Just Cause 2'yi kriter dışı bırakmak zorundayım. Bir seferliğine o da güç bela bitirdim, hatta birkaç bölümü arkadaşıma oynatmak zorunda kaldım, o kadar sıkıcı. Eidos'u bol aksiyon içeren bir yapım hakkında beni bu kadar olumsuz konuşturabildikleri için tebrik etmek istiyorum, gurur duysunlar!

Oyuna GTA'dan esinlenmiş diyenler var, esinlenilmemiş. Ufak nüanslar dışında bildiğimiz GTA'nın kopyası. Panau adasında hükümet ile bölge yönetimini ele geçirmek isteyen çeşitli çeteler arasındaki düelloda seçimini çetelerden yana kullanmış yeni neslin Rambo'sunu canlandırıyoruz. Adı; Rico. Bol ekşınlı ufak bir intro'yla gözlerimiz boyandıktan sonra önümüze alabildiğine geniş bir harita açılıyor. PDA'mize yüklenen bu harita üzerinde görev noktaları var. GTA'da olduğu gibi ilgili noktaya gidip görev alıyorsunuz ve bu klişe misyon zinciri çok da yaratıcı bulmadığım senaryo üzerinden akıp gidiyor. Yapımcılar araç ve silah satın alabilmek için gerekli olan kaos puanımızı artırmak adına oyuna bazı yan görevler de eklemiş.

Oyunun en, belki de tek etkileyici tarafı; grafikler... Panau adası müthiş betimlenmiş. Sahil kenarından karanlık arka sokakların çizimine kadar her ayrıntıya özenilmiş, belli. Yine çatışma efektleri kalbur üstü bir ekran kartıyla birleştiğinde kullanıcılara doyumsuz bir görsel şölen sunuyor. Lafta kalmasın diye postun başına bu resmi koydum. Gördüğünüz patlamalar söze hacet bırakmayacak cinsten.

Oyun haritası oldukça geniş. Gez gez bitecek gibi değil. Bu genişlik müthiş bir hareket özgürlüğü ile birleşince tadından yenmiyor. Efendim X noktasına giderken şu noktadan geçmelisin, şurayı dolanmalısın ya da şu görevi yapmadan diğerine atlayamazsın gibi dandik kurallar yok. İstediğiniz aracı kullanmakta, çevreye hasar vermekte, şehrin göbeğinde terör estirmekte ve bu sayede kaos puanı kazanmakta serbestsiniz. Yani ortam sizin, mekan sizin, Panau sizin...

Gelelim eksilere... Aksiyon oyunlarına bayılırım tabi içinde biraz realite olursa. Eidos action çekelim derken biraz b.kunu çıkarmış. Araba üzerindeki çatışma sahneleri bizdeki Kara Murat filmleri kadar abartı. Düşünsenize; bir arabanın tepesine çıkıyorsunuz. Hız minimum 100 km. Çevreniz 2-3 vasıtayla sarılı. Ama nasıl oluyorsa dengenizi hiç kaybetmeden çatır çatır savaşmaya devam ediyorsunuz. 3 metre uzağınızdaki hareketli aracın üstüne soğukkanlılıkla atlayabiliyorsunuz ve aracın tampon vb. eklentilerini rahatlıkla kullanabiliyorsunuz. Yuh dediğinizi duyar gibiyim!

Hele kullandığımız materyallere hastayım. Bir paraşütümüz var 2 saniyede açılıp kapatılacak kadar ergonomik (!) Kanca desen Batman'in batarang'ı yanında halt etmiş. 100 metre yükseklikteki binanın tepesine salladığınızda 2 saniye sonra ordasınız. Tepenizde gezinen helikopter sizi rahatsız mı etti? Kancayı fırlattığınız anda helikopteri çevrenizdeki binalara bağlayabiliyorsunuz. Kullanıcıda yarattığı haz ve kolaylık bir yana işlevleri son derece abartı. 7-8 yaşındaki bir çocuk oynarken buna bayılır, yapımda realite arayan benim gibilerinse pek memnun olacağını düşünmüyorum.

Yapay zeka yerlerde sürünüyor. Tamam, Stalker'daki kapı, konteynır gibi stratejik materyalleri çok iyi kullanıp sizi kapana kıstıran ve bir süre sonra mesafeyi daraltıp etrafınızı saran (sadece toplu halde geldiklerinde, yoksa bire birde onlar da sapıtabiliyor) düşmanların sahip olduğu düğme ilikletecek yapay zekayı burada aramıyorum ama 2 metre uzağımdaki düşmanın beni sürekli ıska geçmesi, patlayıcı varillerin etrafından ayrılmayarak kendi mezarlarını kazan kalabalık grupların bir mermiyle pert oluşları insanı çileden çıkarıyor.

Bir oyunda bana kriz yaşatabilecek yegane olay; 6-7 mermi yiyip hala ayakta kalan düşmanlardır. Evet, JC2'de buna bol bol şahit olacaksınız. Bu da yetmiyor gibi siz isabet ettirdikçe düşmanların göstereceği alakasız vücut reaksiyonları vuruş hissini sıfıra indirecek.

Günümüz oyunlarında halen dikiş tutturulamamış sağlık sistemi ( Şu dinlen-iyileş'lere de kıl oluyorum, bu arada söyleyim) burada zıvanadan çıkmış. 5 katlı binanın tepesinden atlıyorsunuz, bırakın ölmeyi canınız bile azalmıyor. Bir de engebeli yerlere tırmanırken karakterimiz düz yolda yürür gibi, hiçbir şekilde eğilmiyor ve yorgunluk belirtisi göstermiyor. Eğimli bölgeler için ayrı bir hareket ergonomisinin düşünülmemesi saçma geldi bana. Ulan koca dağa tırmanıyorsun. O bel hiç mi bükülmez! Hiç mi kamburun çıkmaz! Ben düz yolda o kadar rahat yürüyemiyorum.

Fazla sıkmadan sonuç...

Grafikleri ve kullanıcılarına sunduğu hareket/oynanış özgürlüğüyle hafif tebessüm ettirse de bu berbat yapay zekayı gördükten sonra vereceğiniz paranın her kuruşuna yazık olur diyebileceğim ve sadece tüfeği sırtına alıp ramboculuk oynamayı sevenlere tavsiye edeceğim bir oyun JS2. Benim nezdimde bir hayal kırıklığı...

Mclaren

4 Nisan 2010 Pazar

Artık Manşetler de Aynı

Mevzu spor olunca kelime ve ifade literatürümüzün her geçen gün daraldığını, gittikçe klişeleştiğini görüyorum. Bunun en b.kunun çıktığı durum Utah Jazz'ın kazandığı her maçın sonrasında atılan ''Utah, Boston'da Jazz yaptı'', yok efendim ''Jazz'ı Memo başlattı'' manşetleridir. Dün akşam da Bursa, Antalya'yı Ömer Erdoğan'ın golüyle geçince ülkemin en kral iki spor sitesi sporx ve ntvspor aynı manşetleri kullanmış. Aklın yolu bir (!)

1 Nisan 2010 Perşembe

A Television Phenomenon: South Park

Tiger Woods, Kardashian kardeşler ve Sarah Jessica Parker'a yaptıkları dokundurmalar Ibrahimovic'in sırt pası kadar enfesti. 20 dakika içinde hem bu kadar güldürüp hem de kıssadan hisseyi seyirciye nasıl bu kadar pürüzsüz geçirebiliyorlar, anlamıyorum.

Sezon prömiyerinde Tiger Woods'u denek kullanıp zengin, başarılı ve popüler erkeklerin bu kazanımlarını ne kadar dengesiz kullanabileceklerinden ufak pasajlar vardı. Eşini aldatan efsane golfçünün yaşadığı itibar kaybı yine Bill Clintonn ve Charlie Sheen gibi gerçek hayatta benzer skandalları yaşamış popüler karakterlerin resmedilmesiyle daha geniş perspektiften ulaştırıldı seyirciye. Bu arada EA Sport'un Tiger Woods PGA Tour 11 oyunu tartışmasız 10 numaraydı :)

İkinci bölüm The Catcher in the Rye'dan hareketle insanların gördüklerini, okuduklarını kendi menfaatleri doğrultusunda şekillendirişine, istedikleri biçime sokuşuna atıfta bulundu. Sonra direksiyonu medyaya kırıp Sarah Jessica Parker'a travestiye benzeyen eşek muamelesi çekildi. Sosyetenin 2. Paris Hilton'u Kim Kardashian da iğnelerden nasibini fazlasıyla aldı.

Bugün yayınlanan üçüncü bölümde ise insanların yasadışı eylemleri nasıl legal hale getirebildikleri, yasal boşluklardan nasıl yararlanabildikleri konu edildi. Albay Sanders'ın Colorado'da KFC'ye getirilen satış yasağını Eric Cartmen'la delme girişimi ve Randy'nin marihuana kullanmak için testis kanserine yakalanma çabası seyretmeye değerdi. Kelimenin tam anlamıyla taşak show vardı.

Albay Sanders'ın aşağıdaki cümlesiyse tam kopartmalıktı :)

Just remember, I only tell you one time. Don't fuck me, Eric. Don't you ever try to fuck me.

Dallas Düzlüğü İyi Geçti

Son 4 maçtan kareler...

Clippers'ı hakemler de kurtaramadı

Gooden'ın ribaunda kalkarken Nowitzki'ye yaptığı harekete dünyanın her yerinde faul çalarlar. ''O itmeyle düşmez'' diyenler işi fiziğe döküp şiddet tonaj hesabı yapmasın. Hakemin faulü es geçmesini yine bir nebze anlarım. Peki pozisyona fazla celallenmeden itiraz eden oyuncunun 2 teknikle atılması bu kadar kolay mıdır? Söz konusu ismin hakemlerin süper yıldız kategorisine sokup iltimas geçtiği iddia edilen Nowitzki olması nasıl bir ironidir?

Maç içerisinde aldığı her topu futbol tabiriyle ezen Dampier'ın formsuzluğuna Nowitzki'nin ihracı eklenince pota altında kriz belirtileri baş gösterdi. Uzun süre oyunda kalan Najera'nın fiziksel düşüşüyle delik iyice büyüdü. Drew Gooden 10'u hücum 10'u savunma olmak üzere çektiği 20 ribaundla Dwight Howard'laşmaya başlarken maç başında şekerleme yapıp siesta'ya yatan Eric Gordon ve Rasul Butler'ın da devreye girmesiyle teslim bayrağını çekmeye hazırlanan Clippers maça ortak oldu.

Son çeyreğe girilirken Carlisle'ın Butler'ı 4'e çekip takımı kısaltmasıyla bu sefer AAC'de hava lodostan poyraza döndü. Kidd-Terry-Beaubois-Butler-Haywood beşiyle tempoyu artıran Dallas rakibini alışık olduğu düzenin dışına çıkarmaya başladı. İlk 3 çeyreğin aksine kazandığı her topu rakip potada fast break'le bitiren, yarı sahayı hızlı geçip rakibine sete yerleşme imkanı vermeyen ve şutuna el gösterilmeyen oyun kurucusunun ( Kidd 11 denemede 6 isabet) leblebi gibi üçlük attığı Dallas 25-3 gibi anormal bir seri yakalayarak oyunu kopardı. Clippers'sa bu periyoddaki ilk 7 hücumun 3'ünde çemberi bile göremezken diğer 4'ünde topu üç sayı çizgisinin gerisinden çembere savurmak zorunda kaldı. Dallas'ın kenardan 43 sayı katkı aldığı maçta Clippers bench'inden gelip oyuna etki edecek birincil oyuncunun Travis Outlaw olması da belirleyici faktörlerden biri oldu.

Yeni bir Golden State vakası mı?

Brandon Roy bu kadar suskunken Portland'ın Dallas'ı rahat geçmesinin sebebi iki takımın sahip olduğu hücum mantelitesidir. Portland, Andre Miller'ın penetreleriyle sürekli içeri zorlayıp temasa dayalı basketbol oynadı. Uzun-kısa dialektiği o kadar kuvvetliydi ki; Marcus Aldridge'in ikili oyunlarda elini kolunu sallaya sallaya potaya gitmesi bir yana Marcus Camby gibi hücum fakiri bir uzun bile bu ortamdan 17 sayı çıkarmasını bildi. Peki Dallas ne yaptı? Yıldızlarının bireysel becerilerine sığınarak deorganize vaziyette çember dövmeye devam etti. Mantelite farkının istatistiklerde tavan yapmış şekli; ilk yarıda kullanılan serbest atış rakamlarıdır. ( Portland 15 kez, Dallas 1 kez)

Nowitzki'ye top aldırmayıp Alman forveti 5/13 ile 15 sayıda tutan Portland, arka alan savunmasında da kemerleri sıkınca rakibine rahat top çevirme imkanı vermedi. Caron Butler'ın one man show'una ikinci bir halka ekleyemeyen kovboylar sıfır fast break sayısıyla noktaladıkları maçtan 101-89 mağlup ayrıldı.

Dallas, Portland'a karşı normal sezonda 0-3 oldu. 2007'de de Golden State'e yine 3-0 süpürülmüş ve play-off'ta 4-2 kaybederek tarihe geçmişlerdi. Şu an yazıyı kaleme aldığım dakikalarda lig bitmiş olsa rakipleri kim olacak biliyor musunuz? Tabii ki Portland...

Mavericks 111-90 Warriors

Bu ligde kuraldır: Golden State ve New York'a karşı elde edilecek galibiyet ve istatistiklerin hiçbir önemi yoktur hatta geçersizdir. Kariyer rekoru kıran Beaubois'un 40 sayısı bile bu sebeple sadece detay içerir benim için.

Denver'a mesaj verildi!

İki takımın da kendi oyun karakteristiğinin dışına çıktığı bir maç oldu. Denver'ın temposu 2004'ün Yunan milli takımıyla karşılaştırılacak kadar ağırdı ( Evet, biraz haksızlık ediyorum). Oyunu forse etmeleri beklenen ikiliden Billups'ta herhangi bir yaşam belirtisine rastlanmazken, 10 sayıyla noktalayan Carmelo da zorla halı saha maçına çağrılmış mahalleli havasındaydı. 12 asistte kaldılar ve JR Smith'in ekstraları olmasaydı maç farka da gidebilirdi.

Dallas ise müthiş bir istek ve tempoyla başladı maça. Rotasyondaki tüm oyuncularından azar azar ama dengeli katkılar alarak oyunu önde götüren taraf oldular. Marion'ın 2 pozisyonda Billups'a karşı yakaladığı miss match-up'ları iyi değerlendirdiği, Haywood'un rakip sahayı Nene'den önce koşmasının Kidd'in al da at dercesine verdiği paslarla ödüllendirildiği ve Nowitzki'nin Graham'in yanından yürüyerek de sayı atabileceğini ıspatladığı ilk çeyrekte Dallas'ta skor dağılımı Marion 10, Nowitzki 9, Haywood 6, Butler 3 ve Kidd 3 şeklindeydi.

Denver bu maçta Kenyon Martin'i çok aradı. İlk 5 çıkan pivotları Johan Petro faul problemine girince Nowitzki'yi 2.01'lik Joey Graham'le savunmak zorunda kaldılar. Ara ara Nowitzki-Carmelo eşleşmesine de şahit olduk ama Carmelo da 34-10-10 yapan Alman forvet karşısında fazla tutunamadı.

Denver son 6 deplasmanda 1-5 oldu. Ben onları hala Lakers'a kafa tutabilecek tek takım olarak görüyorum ama play-off'a ramak kala işler iyi gitmiyor. Dallas ise batı ikinciliğine sıkı sıkı sarılıp konferans finallerine kadar Lakers'la karşılaşmamak adına önemli bir avantaj yakaladı.