30 Temmuz 2010 Cuma

Mesele Guti, Q-7 Değil. Zihniyet!


Futboldaki başarı tanımlamasının salt bilanço üzerinden şekillendiği bir ülkede taraftarı kestirme yoldan memnun etmenin en yegane yolu yıldız transferi. Oyuncunun, teknik adamın değeri elbet sahaya koyduklarıyla ölçülür ama başkan için bir kaçış noktası mutlaka vardır. Futbolumuzda hüküm süren oligarşinin tunç kanunları da bu anlayışın bir nevi sac ayağıdır yoksa Yıldırım Demirören’in o koltukta 6 yıl oturması ve 3 yıl daha oturacak olması nasıl açıklanabilir?


Guti ve Quaresma’nın geliş nedenlerini sokaktaki çocuk biliyor. Guti üzerinde boy attığı topraklara veda ederken kariyerinin son iki-üç yılını ya düşük profilli bir Avrupa kulübünde yada Katar’da, Özbekistan’da geçirecekti, Schuster kontenjanından Beşiktaş’ı seçti. Quaresma’nın son kez büyük kulüplerin kapısını tıklatmak için kendini ıspat edeceği ve banko süre alabileceği bir mekana ihtiyacı vardı. Büyük liglerden beklediği teklif gelmedi, Portekiz’e dönseydi yeniden ‘ülke topçusu’ etiketi vurulacaktı sırtına, ufak çaplı bir menajer ayağından sonra o da hava alanında davul zurnayla karşılandı.


İki transfere de şimdilik nötr’üm. Plezen maçından sonraki karamsarlığı da imza şov’lardaki coşkuyu da çok kuvvetli hissetmiyorum, bekleme modundayım. Bu Guti ve Q-7 hamlelerini onaylamadığım anlamına gelmesin. 34 yaşında da olsa Guti’nin hala 2 yıl bu düzeyde oynayabilecek kredisi var, bu hamleyi salt marketing temelli görmek yanlış olur. Quaresma futbolcu kariyeri için zirve yaş denebilecek zamanda geldi, burayı bir basamak olarak görüyorsa -ki bana göre öyle- önceliği elbette alacağı para değil, saha içinde yaptıkları olacak keza bu da tercihi anlamlı kılan en temel gösterge...


Dünyaca tanınmış bir teknik direktör, futbol standartlarımız ölçüsünde yıldız sayılabilecek iki oyuncu çoğu zaman gönül tellerini titretmeye yeterdir. Fakat son 13 yılda 2 lig şampiyonluğu yaşamış, çapı, yaptıkları ve yapacakları belli bir takım için paranın başarıyı garanti etmediği bir ortamda çıtayı bir anda bu kadar yukarılara çektirecek kadar güçlü bir sebep midir, işte orası tartışılır. Kartal yuvasına akın edip 88 liralık yeni formasını sırtına geçiren Beşiktaşlı’yı çılgına çeviren gücün korkutuculuğundan bahsediyorum. Ortada henüz netleşmiş, ayıklanmış bir kadro, oturmuş bir şablon yokken taraftarın sadece imza şov’larla kendinden geçmesine, 6 ay evvel ‘’yeter Yıldırım Demirören yeter’’ dediği başkanını Guti’nin imza töreninde aynı tezahüratı bu sefer övgü minvalinde kullanarak kahraman ilan etmesine hiçbir anlam veremiyorum. Tıpkı ‘’Beşiktaş taraftarın değil, kongre üyelerinindir’’ deyip taraftara dış kapının mandalı muamelesi yapan başkanın şimdi ‘’Biz elimizden geleni yaptık, sıra sizde’’ sözleriyle seslendiği taraftardan ne yüzle destek beklediğini anlamadığım gibi…


Demirören nabza göre şerbet veriyor. Yarın kaybederse bahanesi hazır: ‘’En iyilerini getirdik, olmadı’’. Ülkedeki taraftar profilinin ne arzu ettiğini, sonuçlara nasıl reaksiyon vereceğini iyi biliyor ve piyasaya göre oynuyor. Bizim ülkemizde güven kaybetmek de gönül almak da işte bu kadar kolay! Benim için 2-1’lik Bursa maçından sonra başkan neyse şimdi de o! Bir şey değişmedi, en azından saha içinde. 6 yıllık başkanlık döneminde camiaya sadece bir şampiyonluk yaşatmış, süper kupa ve Türkiye kupalarıyla kendine kredi yaratmış, literatüre ‘başkanına veresiye yazdıran kulüp’ nitelemi kazandırmış, kendince bir Beşiktaşlılık duruşu yaratmaya çalışan ama ‘’Seçilmezsem yarın paramı alırım’’ diyecek kadar büyük Beşiktaşlı (!) olan ve maçlara PAF takımıyla çıkacağız deyip üç gün sonra U dönüşü yapacak kadar sözünün eri (!) bir başkan o benim gözümde… Ve üzerinde oturduğu makamı hak etmesi için hala bir şeyler ıspat etmesi, başarması gereken bir başkan! Oyuncu/teknik adam için doğru/yanlışın sadece tabelada yazdığı bir ülkede bu da başkanın 6 yıllık mali dökümüdür, enterese edilir, edilmez orası ayrı! Başarısız geçen bir sezonun ardından, büyümesi muhtemel tepkileri püskürtmek adına yapılmış en kısa ve basit çözümün alt yapı değerleri çok da olumlu kullanılmayan bir ülkede Demirören özelinde nasıl gerçekleştiğine bir kez daha tanıklık ettik. Umarım fayda getirir.


Beşiktaş taraftarından ise (başkana) tepkisini doğru fakat dile getiriliş şeklini yanlış bulduğum bu davayı unutmamasını, kendisini basın kanalıyla çizilmiş o pembe panjurlu resmin içerisinden çıkarmasını bekliyorum. Bu coşkunun kötü neticelerde yerini öfkeye ve nefrete bırakmamasını umut ederek tabi…Zira dün üçlük, dörtlük olunabilecek Plezen maçı korktuğum senaryonun başlangıcı olabilirdi.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

StarCraft 2


Bir resim ve iki cümlelik postla geçiştirilecek birşey değil elbette, oynayınca mutlaka birşeyler yazarız. Elime geçmesine birkaç saat kaldı. 12 yıl bekledik ama bu birkaç saat geçmek bilmiyor.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Street Fighter x Tekken



Ryu ile Ken, Sub Zero ile Scorpion gibi benzer stil ve dövüş mekanizmasına sahip oyuncuları mukayese ederken mutlaka farklı oyundan farklı karakterleri bu kıyasın içine soktuğunuz olmuştur. Street Fighter'ın karizmatik çocuğu Ken'le Tekken serisine üçüncü oyundan itibaren iştigal eden kapoeracı kardeşimiz Eddy'nin düellosu nasıl olurdu acaba? Çocukken cips ve oyun kutularının içinden çıkan çıkartmaların üzerinde yazan puan değerlerine göre kapıştırırdık bu elemanları. Hücum puanı yüksek olan kazanır, eşitlik durumunda defans puanına bakılırdı. 21. yüzyıla gelindiğinde taso-kağıt devrinin bitimiyle sokak kültürünün kaybolduğu, bizim atariyi hatta game-boy'u büyük nimet saydığımız dönemi yaşayan şimdiki çocukların soluğu gözlerini açar açmaz internet kafelerde almaya başladığı, oyun dünyasına PS3 ile adım attığı bir dönemi yaşıyoruz ve Namco-Capcom işbirliği sayesinde artık taso tokuşturmak zorunda değiliz.

One-on-one dövüş efsanelerinin ikisi aynı platformda buluşuyor. Street Fighter'ın geliştiricisi Capcom ve Tekken'in geliştiricisi Namco projeyi doğruladı ve bir de teaser trailer yayınlandı. İki fenomen -Street Fighter ve Tekken artık tek çatı altında, tıpkı hayalini ettiğimiz gibi... Karakterler, grafikler, görseller ve oyun mekanikleri konusunda elimizde henüz kesinleşmiş veriler yok ama meraklıları şuradaki double-team fighting videosuna bir göz atabilir. Bantta SF takımından Ryu ve Chun Li ikilisiyle Tekken ahalisinden Nina ve Kazuya'yı aynı platformda kozlarını paylaşırken görüyoruz. Ana düzenek alışıla geldiği gibi 1'e 1 üzerine kurulu, partnerler re-placement anlarında yahut birlikte yapılan spesiyal kombolarda birbirlerine eşlik ediyor. Grafik ve sahne arka planı SF IV'e yakınsanmış. Başlangıç video'larında da yine hafif SF IV esintisi var. Oyun ilginçtir; hem Namco hem de Capcom tarafından ayrı ayrı geliştirilecek yani iki farklı oyun şeklinde piyasaya sürülecek. Firmaların bu durumda karakterler arası güç dengesini nasıl koruyacağı ve eş zamanlı yürütülen bu projenin birbirleriyle ne ölçüde benzerlik ve tutarlılık göstereceği büyük merak konusu.

Oyunların çıkış tarihi konusunda henüz bir açıklama yok. Fakat Capcom 2011'in sonbaharında Marvel vs. Capcom 3: Fate of two worlds'ü piyasaya çıkaracağı için en azından Capcom'ın 2012'den önce bu fikri hayata geçirmesi pek mümkün görünmüyor. Birbirlerinin satışını gölgelememek için iki firma çıkış tarihi dahil birçok konuda kendi satış stratejilerini belirlemiştir, muhakkak. Ortaya çıkacak ürün heyecan verici ve kesinlikle müthiş proje...

21 Temmuz 2010 Çarşamba

FIBA Turnuva Trafiğini Azaltmalı



Amerika'nın olimpiyat takımından hiçbir oyuncusunun İstanbul'a gelmiyor oluşu diğer Nba yıldızlarıyla cüzi oranlarda tolere edilebilir. Fakat Ginobili, Gasol, Parker ve Nowitzki gibi ülkeleri için bayrak adam haline gelmiş figürlerin iştirakı benim için daha önemlidir keza onların ikamesi yoktur. Kayseri'de yaşadığım ve koyu bir Mavericks fanı olduğum için Almanya'nın Kayseri grubuna düşmesi bana tarifsiz bir heyecan yaşatmıştı. Buna karşın ''gelmeyenler'' furyasının kalabalıklığı, resimdeki adamın bu yaz takımıyla yeni kontrat imzalaması ve önümüzdeki sezona daha zinde girme istemi Nowitzki için de birer soru işareti taşıyordu. Acı haberi bugün aldım ve haberi almamla Kadir Has'a gitme nedenim ortadan kalktı. 82 maç artı play-off'ların yarattığı o yorucu ve bunaltıcı atmosferi yaşamış her Nba yıldızı gibi o da haklı olarak affını istedi. 21. yüzyılın en sönük basketbol organizasyonuna ev sahipliği yapacağımız konusunda artık kuşkumuz yok. Şampiyona daha başlamadan prestij kaybederken FIBA uluslar arası turnuvalardaki bu yoğun trafiği azaltıp 'gelemem' mazeretlerini minimize etme adına bir takım planlamalar yapıyordur diye umuyorum.

Eurobasket ve Americas Championship 2 yılda bir düzenleniyor. Olimpiyat ve dünya şampiyonalarının da 4 yılda bir yapıldığını düşünürsek basketbolda hemen hemen her yaz bir büyük organizasyon var. 8-9 aylık yorucu sezon döneminin ardından oyunculardan milli takım temposunu kaldırmalarını beklemek yerine aralardaki süreci uzatıp sayıca daha az ama daha kaliteli organizasyonlar izleme şansımız pekala mümkün. Misal; olimpiyat oyunları dururken ayrıca dünya şampiyonasına gerek var mı, bu tartışılabilir. Yine Avrupa şampiyonasının 2 yılda bir düzenleniyor olması turnuvanın değerini, saygınlığını önemli ölçüde azaltıyor. Burada futboldaki sisteme geçiş yapıp en azından kıtaya özgü organizasyonların 4 yılda bir gerçekleştirilmesi gerektiğini savunuyorum. Bu, hem turnuvanın itibarını artıracak hem de oyuncuları her yaz tatillerinden feragat etmek zorunda bırakmayacaktır.

2010 nihayetinde bize patladı. En azından sonrakileri kurtaralım.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Yüzük Mü? İtibar Mı?


''Ben olsam Larry ile Magic'i arayıp gelin aynı takımda oynayalım demezdim. Birlikte oynamaları suç değil, şampiyonluk fırsatları var ama dürüst olmak gerekirse ben onları yenmeyi tercih ederdim.''

''LeBron asla bir Jordan olamayacak. Bu tartışmalara dahil bile edilmeyecek. Cleveland'da kalıp orda bir şampiyonluk yaşasaydı bu daha anlamlı olurdu. Miami'de kaç şampiyonluk kazanırsa kazansın, orası Wade'in evi.''

İlk satırlar Michael Jordan'a dozajı sert ikinci dizeler ise Charles Barkley'e ait. James'in Miami'de ikinci adamlığı kabul etmesi ve yüzük için kolay, kestirme yolu seçmesinden dem vurup sözü şampiyonluk yaşayacaksa başrol koltuğunda kendi oturmalıydı'ya getirmiş ikili. LeBron'a hak vermek kaydıyla iki fikre de 'kısmen' katılıyorum. LeBron Cavaliers'ta kalsaydı yahut talipliler arasında daha düşük profilli takımlardan birini seçip oradan yükselerek yüzüğe erseydi bir başka deyişle tartışmasız lideri olduğu, dışarıdan bakıldığında işte LeBron'un takımı diyebileceğimiz bir yapıyı zirveye taşısaydı elbet o metal parçası daha kıymetli olacaktı. Şimdi parmağına takacağı yüzük final serisinde en kabarık istatistiklere sahip olsa ve finallerin MVP'si seçilse dahi ''Ancak Wade'le Bosh'un yanında şampiyon olabildi'' yorumlarını beraberinde getirecek, bu etiketten kurtulamayacak. Lakin?

LeBron'u haklı çıkaran bir nüans var; The Decision'da deklare ettiği şampiyonluk için oluşturulmuş en elverişli ortam kriteri... Cleveland son iki normal sezonu zirvede bitirirken kadronun nisan ayından sonra basamaklar çıkıldıkça yaşadığı mental çöküş, LeBron'un yanına eklenen yardımcı rol oyuncularının (Mo Williams, Shaq ve son olarak Jamison) yeterliliği bu yapının bir title şansı daha olabileceği gerçeğiyle birlikte kralı gelecek için umutsuzluğa sevketmiş olabilir. Yönetimin Amare, Bosh ve Boozer'lu bir yazı boş geçirip ikinci yıldız vaadini yerine getirememiş olmasının da mutlaka payı vardır keza Nba'in marka değeri en yüksek iki oyuncusundan birinin 7 yıldır içerisinde yer aldığı oluşum bu süreçte en fazla 1 Nba finali görüyorsa burada Cavs yönetiminin yeterliliği de açıkça tartışma konusu edilebilir. Yedi yıllık kariyerinde her türlü bireysel başarıyı tatmış bir oyuncunun yüzük için daha şanslı olduğu bir ortamı tercih etmesi bu nedenle yadırganmamalı. 

Bunu 'tarih kazananları yazar' klişesine dayanarak söylemiyorum. Evet, tarih kazananları yazar ama detayları da unutmamak gerekir. Charles Barkley, Karl Malone, Stockton yüzük kazanamasa da bugün ligin önünde saygıyla eğildiği isimler. Sadece bu detay kimseye LeBron'a ve aldığı kararlara doğru/yanlış teşhisi getirme hakkı vermez, vermemeli. Daha düşük ücret, nispi az itibar ve MJ'le hatta bana kalırsa şu saatten sonra Kobe'yle büyüklük mukayeselerine girememe ihtimalinin yüzüğün yanında alternatif maliyet olarak kaldığı bir tercihtir bu. Saygı duymak gerekir.

Hem ciddi yüzük şansı vaat eden hem de bu eleştirilere maruz bırakmayacak en makul tercih Chicago Bulls olabilirdi LeBron için. Bulls gibi dengeli bir yapıya liderlik etme, Rose-Deng-Noah-Boozer'lı kadroyla şampiyonluk yaşama ve nihayetinde buraya kralın çöplüğü dedirtme şansına pekala sahipti. O egosunu törpüleyip sahil tarafından yürümeyi tercih etti, bunların çok daha fazlasını göze alarak...

16 Temmuz 2010 Cuma

PES 2011 (Oyun Mekanikleri)

    


PES 2011'e dair fikir verici ilk video dün yayınlandı. Altı dakikalık bu oyun içi bandı kontroller, oyun planları ve geliştirilmiş animasyon video'ları başta olmak üzere önemli gelişim ve değişiklikler vaat ediyor. Toplu veya topsuz alanda oyuncular üzerindeki hakimiyeti artırmayı hedef alan yeni controller sistemi oldukça dikkat çekici. 'Pasların yönünü ve şiddetini ayarlama' imkanı tanınmış bu yeni oyunda, Ea Sports'un NBA Elite 11'de kullanacağı şut detail'iyle hemen hemen benzer bir mekanizma. Pası en yakın arkadaşınıza atma mecburiyeti ve ayarı kaçan default ara pasların önüne geçip kullanıcıya daha fazla insiyatif aldırabilecek hoş bir yenilik. 


Serinin diğer oyunlarında futbolcuların hareket kabiliyetleri sınırlandırıldığından rakibi bire birde geçmenin en basit yolu; Messi ve Ronaldo gibi süratli oyuncularla sahayı tek başına kat edip rakip topçuları ipe dizmekten geçiyordu. Konami bu tekdüzeliği engellemek için hem defansın elini kuvvetlendiren hem de ofansa alternatif sunan yeni eklentiler geliştirmiş. Video'da feint olarak geçen ve repertuarını adım adım tasarlayabildiğiniz yanıltma/çalım hareketleri ile bire birlerde rakibinizi daha kolay ve estetik biçimde ekarte etme şansına sahipsiniz. Yani adam geçmek bundan sonra salt sürat farkıyla (Messi, Ronaldo örneği...) sağlanmayacak, bireysel beceri gerektirecek, santradan topu alıp 5-6 çalımla gole gitmek tarih olacak. Savunmanın elini kuvvetlendiren unsur ise; defans oyuncularına pozisyonun gelişimine göre anlık komutlar verebiliyor oluşunuz...Video'da mevcut. Sizi teke tek yakalamış forvet üzerinize doğru gelirken en arkadaki adamla geri geri koşup (defence-dribble) rakibi yavaşlatabilir (muhtemel koşu kanallarından birini kapatıp seçim yapmak zorunda bırakarak) ve o bölgeye hareketlenen bir başka takım arkadaşınıza kademenize girmesi için zaman yaratabilirsiniz. Defans oyuncularının temastan kaçınmadığını, ikili mücadelelerde uzuvlarını daha aktif kullandıklarını görüyoruz. Bunu sağlam bir yapay zekayla birleştirirlerse daha az gollü ama keyifli ve daha gerçekçi maçların bizleri beklediğini söyleyebiliriz.


(Edit: Aşağıdaki iki paragraf oyunun demo izleniminden sonra kaleme alınmıştır) Taktik/strateji ekranı oldukça detaylı. Toplu hücum, STP bindirmesi, ofsayt tuzağı vb. tüm kolektif organizasyonların başlangıç ve gelişim süreci aşağıda gördüğünüz gibi adım adım, şematik biçimde çizilmiş ve detaylandırılmış. Video'da bununla ilgili bir takım örneklemeler var. Misal; Portekiz-İtalya maçında Ronaldo'nun Simao'nun attığı pas'a hareketlenip çeşitli çalım kombinasyonuyla soldan ceza sahasına girerek yay üzerinden attığı ( pass + feint) gol... Bu varyasyonun Ronaldo gibi bireysel yetenekleri kuvvetli, çabuk adam geçebilen, dikine gidebilen bir oyuncuyla uygulandığı vakit nasıl pozitif sonuçlanabildiğini görebiliyoruz. Yine Gana karşısında kontra atağa çıkan Arjantin'de top önce orta yuvarlakta bekleyen Messi'ye geliyor. Messi topla rakip kaleye doğru hareketlenip (dribble) stoperlerin arasına girerken Gana'nın sağ beki o bölgeye yardım getiriyor ve Messi aynı kanattan bindirme yapan boştaki Aguero'yu görüp (pass) Higuain'in golüne zemin hazırlıyor. Bu quick break taktiği de tamamen Messi'nin deliciliği ve adam eksiltme becerisi üzerine kurulu.





Pes 11'in en büyük yeniliklerinden biri çalım (feint) özelliği. Ayak içi çalım, top kaldırma, gök kuşağı vuruşu, üst vücut çalımı, içe sektirme ve türevi birçok çalım hareketi var ve bu hareketlerin 4'ünü (istediğimiz biçimde) 4 farklı tuşa atayarak kendi özel feint spesialitemizi oluşturuyoruz.  Ronaldo, Messi, Robben gibi yıldızlar için daha keyifli, kullanılabilir bir özellik.


Konami yapıma 1000 farklı oyun içi/dışı animasyon eklemiş. Muhtemelen çoğunu feint dediğimiz çalım kombinasyonları oluşturuyor. Ronaldo'nun feint'inde 11 hareket üzerinden 4'lü bir kurgu yapılmış misal. Buna farklı gol sevinçleri, seramoni görüntüleri, şut öncesi/sonrası mimik reaksiyonları da muhakkak eklenmiştir. Güney Amerika şampiyonlar ligi Copa America turnuva modunun yeniliklerinden... Bunun için çeşitli ülkelerden 42 Güney Amerika takımının lisansı alınmış. Avrupa'dan ise lisansı alınan yeni takımlar Arsenal, Chelsea, Tottenham ve Manchester City olarak görünüyor ki hala yeterli değil. Master Lig online oynanabilecek, bu iyi haber. 3 yıldır canlı anlatımda Jon Champion'a eşlik eden Mark Lawrenson koltuğunu İrlandalı eski futbolcu Jim Beglin'e devrediyor. Yıllardır süre gelen yetersiz tribün ambiansı ve işitseller konusunda ise şimdilik bir detay yok.


Video umut verici. Fifa mı Pes mi? gibi bu topraklarda artık amacından sapmış tartışmalar elbet forumları süsleyecektir ama Ea Sports'un atağını görmeden mukayesel yargılara varmak zor. Yenilik iyidir ve Pes 11 bunu fazlasıyla vaat ediyor.

PES 11 inceleme için tık

12 Temmuz 2010 Pazartesi

NY Knicks'in Umduğu? Bulduğu?


New York Knicks hakkında en son okuduğum kapsamlı argüman Batuğ abinin (Evcimen) Nba Türkiye dergisi için Ocak 2008'de kaleme aldığı Elmadaki Kurt başlıklı makaleydi. Isiah Thomas'ın basiretsizliğinden Stephon Marbury'ye, puantajdaki trajik durumdan ücret tavanındaki dikey patlamaya kadar tüm sorunlar kendi tabiriyle 32 tekmili birden o sayfalardaydı. Yarım tutam umut ama karamsarlıktan hallice içeren o yazıyı 3 ay sonra kaleme alsaydı üstad, belki o dizinler farklı bir halet-i ruhiye içinde bambaşka şekillenebilirdi. 

2 Nisan 2008 günü Donnie Walsh, NY genel menajerliğine getirildiğinde sporda kadere ve kırılma anlarına inanan hatta NBA gibi dar parselli bir bültende bunun gerçekleşebilme olanağını daha yüksek gören biri olarak New York'un yol haritasındaki ışığı görebiliyordum. Hiçbir yenilik başarıyı garanti etmez ama o koltukta Walsh gibi kariyeri sadece 11. pick'ten Reggie Miller'ı seçmekle izah edilemeyecek kadar büyük bir basketbol adamı oturuyorsa umutlanmanız için yeterli sebebiniz var demektir. Bu sıradan bir değişim değil, iyileşme ihtimali olan ama tedaviyi sürekli reddeden NY'nin hasta modundan çıkıp hayata tutunduğu ilk andı. Bir ay sonra Zeke ile tüm irtibat kesilecek, D'Antoni sonrası dönem ayıklamalarla devam edecekti.

2010 curcunası bir yıl öncesinden başlamışken NY gibi büyük camia pazar dışı kalamazdı. Walsh payroll'ı düşürmek ve ücret tavanını uzun vadeli kontratlardan arıtmak amacıyla yola koyuldu. Mardy Colins'i de içine alan 2*2'lik takasta Zack Randolph'ü Clippers'a yolladı. Hatrı sayılır (!) istatistiklerine rağmen kariyeri boyunca bencil yaftasından kurtulamayan Jamaal Crawford'ı kontratı 2009/10'da bitecek olan Al Harrington'la takas etti. Randolph-Crawford ikilisinin salary cap'teki total yükü 17.3 M$ + 10.1 M$ = 27.4 M$'dı. Geçtiğimiz yaz Nate Robinson ve David Lee'nin sözleşmeleri birer yıl uzatılırken böylelikle ikiliyle devam edilmemesi durumunda yol ayrılığı kolaylaştırıldı ve 85 milyon dolarlık cap, sezon sonunda iki oyuncuya maksimum kontrat verebilecek kadar esnetildi.

LeBron hayallerini gerçeğe dönüştürebilmek için artık ellerinde ''yanına bir yıldız uzun ekleme'' kozları vardı. New York'un şaşalı atmosferi, sponsorluk ve ekstra reklam gelirlerine aralık bırakması şehrin/takımın cazibesini artırıyor ve Cleveland yönetimi pasif kalırsa...'lı tüm senaryolarda NY, New Jersey'le birlikte ağır basıyordu.

2010 pazarının artisti LeBron'du. Fakat LeBron'un ve hatta Wade'in karar mekanizmasını şekillendirecek adam ise Chris Bosh'tu. Zira Cleveland için James'i, Miami için Wade'i takımda tutma senaryolarının altında bu iki yıldızdan birini Bosh'la buluşturma fikri yatıyordu. Sıfırdan takım yaratmam istense ve önüme 3 uzun seçeneği (Bosh,Amare,Boozer) konulsa yahut LeBron'un yerinde olsam ve üç farklı takımda oynayan bu üç uzundan birinin yanına gitmem istense tercihim kesinlikle Chris Bosh olur. İşte burada NY'nin Amare hamlesi sorgulanabilir.

Pat Riley'nin hakkını verelim. Wade'i kaybedebilirler derken yanına iki yıldız getirip pastayı Mike Miller'la süslemesi kelimeleri kifayetsiz kılacak bir yöneticilik başarısı. New York'un Amare hamlesi ise risk barındıran ve Chris Bosh'un Miami'ye evet dediği gün anlamını yitiren girişimler bütünü. Amare'nin eski hocasıyla yine Suns benzeri tempolu bir düzende oynayacak olması bir gerekçedir. Fakat yetenekleri ancak kalbur üstü bir oyun kurucunun yanında değerlenen, savunması vasat bir uzunla anlaşmak varsayımlar (LeBron) üzerine kurulu planlamada sadece risk teşkil eder ve havuzdaki isimler arasında hikayeyi tamamlayacak tek/en uygun parçanın/yıldızın LeBron olduğunu düşünürsek ortaya çıkan sonuç; New York'un sadece LeBron üzerine yoğunlaştığı alternatifsiz pazar politikasının yarattığı koca bir hayal kırıklığıdır.

İşin kötüsü; FA piyasasında yüksek meblağları hak edecek üst düzey oyuncu kalmadı. David Lee'yi gönderdiler, ellerinde şu an Amare'yi oynatacak saf, kalbur üstü bir oyun kurucu yok. Gelecek hayalleri sekteye uğramışken seneye tutunacakları tek dal (!) Carmelo Anthony'nin 18,5 milyon doları masada bırakıp Knicks'e gelmesini beklemek olabilir.

9 Temmuz 2010 Cuma

Mike Miller'ı da Aldılar


Müthiş hamle! LeBron ve Wade gibi savunmayı üzerine çeken, delici kısaların yanına eklenebilecek en değerli üç sayı tehditlerinden biriydi Mike Miller. Hem bench'ten gelebilir hem de Bosh'un C'ye kaydırılması durumunda takıma Chalmers-Wade-Miller-LeBron-Bosh'lu kısa bir beş opsiyonu sağlayabilir. Bundan sonra Pat Riley'nin minimum kontratla kimleri alacağı da çok önemli.

Bu arada geç fark ettim. Cavaliers sahibi Dan Gilbert takım sayfasından LeBron'a vermiş, veriştirmiş. Bir açık mektup, ayrılık isyanı... İçerisinde ''Size garanti ederim ki; takımımız LeBron'dan önce bir şampiyonluk yaşayacak'' şeklinde trajikomik ifadeler de var. LeBron varken olamadılar, artık o yokken nasıl olacaklarsa?

LeBron Haksız Rekabet Yaratır


Boston-Miami serisi üçüncü maçıydı. Dwayne Wade sahada 44 dakika kalmanın etkisiyle yıpranmış, dizleri arıza vermiş ve Paul Pierce'ın maç kazandıran son şutunu kenardan izlemişti. Eric Spoelstra'nın mola arası röportajını hatırlıyorum. ''Yoruldu fakat maalesef dinlendiremiyoruz. ''Boston'dan sadece bir maç koparabildiler. Onda da Wade'in 46 sayı, 5 ribaund, 5 asist yapması gerekti. İnsan üstü bir gayretle, yanındaki parçalardan neredeyse hiç katkı almadan tek başına ayakta durmaya çalıştı. O gün Wade'i kaybedebilirler demiştim, şimdi gelinen nokta hayret verici... Pat Riley önümüzdeki yılın genel menajeri ödülünü cebine koymakla kalmayıp muhtemelen ligi 4-5 yıllığına parselleyecek bir takım yarattı. NBA nice trio'lar gördü ama böyle fantastik, heyecan verici bir üçlüye kesinlikle şahit olmadı.


LeBron kararını açıklarken ''Her oyuncu şampiyonluk kazanmak ister. Ben de...''minvalinde ifadelerle başladı cümlesine. 2 kez Mvp, 6 kez all-star, 1 kez sayı kralı oldu, 1 final gördü. Bireysel anlamda her lezzeti tattı, duygusal davranma şansı yoktu ve kağıt üzerinde yüzük şansının en yüksek olduğu takımı tercih etti. ''Cleveland'ı sattı. Orası Wade'in yanı, başkasının çöplüğü...'' muhabbetlerine kesinlikle katılmıyorum. Bu ligde yüzük için takım değiştiren, alacağı paradan feragat eden, takası gerçekleşmedi diye migreni tutan (!) nice yüzler tanıdık ve nihayetinde bizlere şunu öğrettiler: Yüzüğe giden her yol mübahtır.


LeBron üzerine planlama yapan 6 takım vardı. Clippers, Nets ve Cavaliers ortaya somut birşey koyamadı. Chicago Boozer, New York Amare'yle gönülçelenlik etti. Miami bir yıldız fazlasıyla ağır bastı. Bu üçlünün alacağı para salary cap'in çok büyük kısmını işgal edeceğinden Pat Riley çevresini cüzi rakamlara evet diyebilecek veteran ve genç isimlerle doldurmak zorunda keza Miami'nin cazibesi birçok kişinin ağzını sulandırıyordur, bu da işin iyi tarafı... Oyun kurucu pozisyonunda Mario Chalmers'la devam edilirse Bosh'un yanına kalın, iyi savunma yapabilen bir uzun ekleyerek line-up'ı halledebilirler. Sonrası minimum kontratlarla oluşturulacak yedek bankının kalitesine bakar. 


Ego çatışması, aynı takımda oynayabilirler mi? eleştirileri mutlaka yapılır, yapılacaktır. Ben ihtimal vermiyorum. Spoelstra saha içi yönetiminde idare edemem anne! moduna geçerse Pat Riley pekala koltuğu devralabilir. Takımlarının en çok top kullanan, en skorer isimleriydi bunlar. Rakamlarında düşüş olacaktır ama buraya egolarını bırakarak geldiler. Takım kazandıktan sonra bunun bir önemi yok.


Fantezi liglerde bir araya gelmeyecek adamlar bir araya geldi. İlk haberi gece saatlerinde yazmıştım, ayık kafayla bile inanasım gelmiyor. Gelsin artık Kasım ayı.



LeBron James Miami'de


LeBron, Wade, Chris Bosh... Üçü aynı takımda. Bu haksız rekabet yaratır, NBA yönetimi olaya el atmalı. Şaka bir yana son hamlelerden sonra Miami ve NY birer adım öne çıkmıştı. Ben NY tahminimde yanıldım, öğlen ilk işim bir değerlendirme yazısı yazıp sağ tarafa ''Miami önümüzdeki kaç yılı şampiyon tamamlar?'' anketi eklemek olacak. :)

Canlı yayın az önce bitti. (04:56) İlginç notlar var; Şu birkaç günkü hareketlilik LeBron'un fikirlerinde sürekli bir dalgalanma yaratmış, kararını bu sabah vermiş. Miami'nin şampiyonluk için kendisine en iyi ortamı sağlayan takım olması tercihte belirleyici olmuş (E.. doğaldır). Boston üçlüsünden örnekle; ''Kadroya eklenecek diğer oyuncular da önemli. Şampiyonluklar sadece yıldızlarla kazanılmaz. Takım olmanız lazım. Boston'da kimse Rondo ve Perkins'e şans vermiyordu ama onlar kazanılan şampiyonlukta kilit rol oynadı'' dedi ve Cleveland için de ''Her zaman kalbimde olacaklar'' tarzında klişe ifadeler kullandı. Hayırlısı olsun.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Carlos Boozer Chicago'da


İşler karıştı. Bulls da işin içinde. Tam treni kaçırdılar derken Boozer'ı 5 yıl için 80 milyon dolara bağlayıp cap'te bir maksimum kontratlık yer bıraktılar. LeBron'u getirmek için yazın modası 'yanına ikinci bir yıldız koy' rutini sağlandı. Artık ellerinde Obama'nın desteğinden fazlası var.


Boozer vasat savunmasına rağmen hücum özellikleriyle üzerini örten, orta mesafe şutu ve pick and roll oyunlarına yatkınlığı olan bir pota altı skoreri. Ön alanda Noah'la oluşturacağı tandemin savunmada yaratacağı gedik ve ikili oyunlarda Rose/Boozer ikilisinin D-Will/Boozer kombinasyonu kadar etkili olup olmayacağı birer soru işaretiyse de LeBron'lu senaryolarda tamamı çöpe atılabilir. Ayrıca Rose, Deng ve Noah'tan oluşan dengeli, yaş ortalaması düşük bir çekirdek yapı James için hiç de fena görünmüyor. 

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Chris Bosh Miami'de



ESPN'den Chris Broussard'ın haberine göre Chris Bosh, Miami yolcusu. Wade partnerini buldu, bir terslik olmazsa birlikte imzalayacaklar. Bu transferin cuma günü basın karşısına çıkacak olan LeBron'un kararını büyük ölçüde etkileyeceğini düşünüyorum. Cleveland'ın elinde koz kalmadı, bu şartlarda kralı takımda tutamazlar... LeBron için 'Bosh ön şartını' yerine getiremeyen Chicago'da kaçan balık yine büyük oldu. LeBron, Wade ve Bosh'u tek çatı altında (çatının altı artık Miami) buluşturma senaryoları bir süredir yazılıyor, bunun için yanlarına eklenecek parçaların çok cüzi rakamlara evet demesi gerek. Kısacası; New York'a kırmızı halılar serilsin.

Amare Geldi. Peki Yanına?


İki yıl önce team payroll'ı 96 milyon dolara dayanmış, Marbury (19 M$), Randolph (13,3 M$), Eddy Curry (8,9 M$) gibi belalı, Quenton Richardson (8,1 M$), Malik Rose (7,1 M$), Jerome James (5,8 M$) gibi orta ve vasat oyuncuları paraya boğan bir bankaydı New York Knicks. Forbes'un en değerli Nba takımı ilan ettiği bu yapı finansal ve sportif anlamda dibe vururken James Dolan'ın en çok muhatap olduğu sorular 'Isiah daha ne kadar batırabilir?...'' minvalindeydi. Koçluğu yahut idari menajerliği ne seviyede olursa olsun bir şahsın aynı hiyerarşik düzende iki farklı kademede konumlandırılmasından oldum olası haz etmedim. En yakın emsali biraz spontane gelişse de Kevin Mchale nezdinde Minnesota'da yaşandı. Isiah Thomas'ın hem koç hem menajer oluşu bir işletmenin yönetim kurulu başkanı ile genel müdürünün aynı olması kadar absürd ve sakıncalıydı. Nitekim arkasında büyük bir enkaz bırakarak koltuğu Donnie Walsh'a teslim etti. 

2 Nisan 2008'de göreve gelen Walsh'ın ilk amacı; uzun ve yüksek bedelli kontratlardan kurtulup payroll'u düşürmekti. Jamaal Crawford'ı Al Harrington'la takas etti. 2*2'lik bir diğer takasta Mardy Colins ve Zach Randolph'ü Clippers'a yollayıp Tim Thomas ve Cuttino Mobley gibi kontratı bitmeye yakın elemanları bünyesine kattı. Marbury'nin sözleşmesi fesih edildi, 2 yıl önce cap ağırlığıyla ligin zirvesine oynarken şimdi ücret tavanında iki oyuncuya maksimum kontrat verebilecek kadar büyük boşluk yarattılar. Burada Donnie Walsh'un hakkını teslim edelim.

Yaza girerken Bulls ve Nets'e kıyasla masa başındaki en büyük avantajları; iki oyuncuya birden maksimum kontrat verebiliyor olmalarıydı. Böylelikle bir yıldız uzun vaadiyle elleri güçlenecek, LeBron'u tav etmek kolaylaşacaktı. 5 yıl-100 milyon dolar karşılığında pazardan Amare Stoudemire'ı seçtiler. Bir GM olsam ve benden sıfırdan bir takım kurmam istense bire birde kendine pozisyon yaratabilen, post oyunu daha kuvvetli bir Chris Bosh kesinlikle birincil tercihim olur. Buna karşın Amare'nin eski koçuyla yine Suns benzeri tempolu bir düzende oynayacak olması alınan kararda belirleyici rol oynamış olabilir.

Yeteneği ve pota altındaki müthiş bitiriciliğine rağmen performansı ancak üst düzey bir oyun kurucunun yanında parlayıveren uzun sınıfından Amare. Nash'le tepeden oynadıkları pick and roll'leri potaya yürüyerek nasıl bitirdiğini, yine pick and pop'larda orta mesafeden nasıl ceza kestiğini iyi biliyoruz. Burada sorulması gereken soru; Knicks'te Amare'yi harekete geçirecek, onu besleyecek kişinin kim olacağı... LeBron tek başına bu soru işaretlerini çöpe atabilir, bu planlamanın sac ayağını oluşturan kişi zaten bizzat kendisi. Fakat onsuz senaryolarda Amare hamlesi biraz olsun anlamını yitirecek ve Knicks daralacak havuzda hayali edilen koltuğu başka yıldızlarla ikame etmeye çalışacak. Boozer, Bosh gibi piyasası kuvvetli 'isimliler' Amare hamlesinden sonra otomatikman ihtimal dışı kaldı. Maksimum kontrat verilebilecek, LeBron'la benzer rol ve kalibrede tek aday Dwayne Wade... Yalnız bu ihtimal medyadan takip ettiğim kadarıyla pek olası görünmüyor ve Walsh ortaya mutlaka bir B planı koymak zorunda. Çift yıldızlı NY hayallerinden vazgeçmesi gerekebilir.

(Edit: LeBron cuma sabahı TSİ 04:00'de ESPN'den canlı yayınlanacak 1 saatlik programda gideceği takımı açıklayacak. Bosh'un Cleveland'a sign and trade'le geliş yolunun tıkanması Knicks ve Bulls ihtimallerini kuvvetlendiriyor. NY'a gelmezse bol sıfırlı kontratların havada uçuştuğu şu dönemde Knicks cap'teki boşluğu daha mütevazi isimlerle değerlendirebilir, takas yoluyla farklı alternatifler deneyebilir.)

3 Temmuz 2010 Cumartesi

NBA'de Kontrat Çılgınlığı


Yıldızlar düşünme arefesinde ama off-season bereketli başladı. Bol sıfırlı kontratlar havada uçuşuyor. Seneye oyuncu ücretleri insin diye lokavt bekleniyordu değil mi bu ligde? 

Minnesota cephesi karışık. Üç senedir itinayla rebuilding yapıyorlar ve artık ellerine yüzlerine bulaştı. Garnett takasını anlamlı (!) kılan tek adamı, Al Jefferson'ı gözden çıkarmışlar. Pekovic geliyor. Şu çöplüğün en güvenilmez uzunu Darko Milicic'e de ( Pardon! Biri Eddy Curry mi dedi?) 4 yıl için 20 milyon dolarlık yeni bir kontrat önerilmiş. Durumları tam tevekküllük! Milwaukee'nin uyuyan güzel Drew Gooden'a verdiği 5 yıl için 32 milyon doların mantıklı bir izah karşılığını bulamadım. Bogut'u yedekleyecekmiş! Bekleyin! Suns, Frye'ı takımda tutup ardından 4 numaraya Hakim Warrick'i monteledi. Çabukluğu ve atletizmiyle yüksek tempoda iş yapar ön görüsü yaratsa da Amare sonrası Nash tepeden kimle ikili oynayacak merak konusu. Warrick bu tanıma ve role uygun kalibrede bir uzun değil.

İki adet maksimum kontratımız var. Rudy Gay ve Joe Johnson. JJ'ın son play-off performansı takım içi liderliğini sorgulatsa da yapılabilecek en optimist açıklama; Atlanta elindeki tek yıldızı (!) kaybetmek istemedi. Bu gözler Rudy Gay'in 82 milyon dolar alacağı günleri de görecekmiş.  Sınırlı serbest kalmış ve henüz diğer takımlardan resmi teklif almamış oyuncuya kafadan maksimum kontrat önermek Chris Wallace nezdinde yapılmış bir strateji hatası... Bu rakamı Rudy Gay'e aklı selim hiçbir GM vermez. Teklifler dinlenebilir, oluşacak piyasaya göre dışarıdan gelen kontrat önerileri eşlenerek daha ucuza kapatılabilirdi. Play-off'taki tüm eşleşmelerde en yumuşak karnı oyun kurucu pozisyonu olan Lakers açığı Steve Blake'le kapattı. Şutu ve oyun görüşü iyi, hasbel kader savunma yapabilecek kalite ve arzuda bir PG için 4 yıl-16 milyon dolarlık harcama, kısa günün kısa karı. Paul Pierce 61 milyon dolar karşılığı 4 yıl daha kelt, yeniden yapılanma başka bahara. Yazın açık ara en skandal imzası ise Toronto semalarından... Amir Johnson için 5 yıllığına 34 milyon dolar!

Sniper Ghost Warrior (İnceleme)



Günümüz first person shooter oyunlarında yapımcıların çatışma ve aksiyon unsurunu körükleme arzusu otomatik, makinalı tüfek envanterindeki gelişim ve çeşitliliği beraberinde getirmiş, stealth etiketinin önemini yitirmesiyle sniper sadece sınırlı özel görevlerde kullanılan bir silah haline gelmişti. 2005 Rebellion yapımı Sniper Elite’den sonra bu türe dair, müdavimlerini kesecek kalitede bir devam oyunu yapılmadı. Piyasadaki boşluğun farkına varmış olacaklar ki; Polonya orijinli City Interactice iki sene önceki Sniper: Art of victory faciasından sonra elini bir kez daha taşın altına sokma ihtiyacı hissetti ve kullanımı en leziz silah türünü avuçlarımıza teslim edip Sniper Ghost Warrior’la yeniden merhaba dedi. Senaryosu, grafikleri yahut yapay zekası ne kadar çuvallarsa çuvallasın düşük profilli bir oyun firmasının nesli tükenmekte olan türü diriltme gayreti benden her şekilde geçer notu alırdı ve aldı. İncelemeye geçmeden önce hakkını teslim edelim.


Oyun Isla Trueno adında tamamen hayal mahsülü bir adada geçiyor. Merkezi yönetime darbe indirip kendi diktatörlüğünü ilan eden ve bölgede çeşitli uranyum faaliyetleri güden General Vazques’i durdurmak için görevlendirilmiş 4 kişilik mini bir askeri grubu yönetmekle yükümlüyüz. Tamamı farklı silah ve meziyetlerle donatılmış bu dört askerin her birine yine farklı görev noktalarında hayat verme imkanına sahibiz ki; oyunun en can alıcı noktasını oluşturuyor bu özellik. Örneğin; düşman kampına sızıp çalıntı data’ları ele geçireceksiniz. 1 kişi data’yı almakla görevli. Diğer 2 kişi görevi icra eden arkadaşı için etrafı gözetlemekle... Kalan 1 kişi de sniper’ıyla kuleden bu üçlüyü koruma altına almaya çalışıyor olsun. Önce çadıra sızan kişi oluyorsunuz, data’yı alıp çıkıyorsunuz. Tam görev tamamlandı derken düşman mevzilerinden sizi fark edip kısa süre içinde abluka altına alıyorlar. Ve siz o anda kimlik değiştirip kulede sniper’ıyla hazırda bekleyen askeri yönetmeye ve bu üçlüyü tepeden korumaya başlıyorsunuz. Bu olay aynı harekat içinde eş zamanlı gerçekleşiyor ve damaklarda müthiş bir tat bırakıyor. Tek eleştirim; 16 bölümlük oyunda bu çoğul görev paylaşımını sadece birkaç kez yapıyor olmamız.  


                                                                    ''Mermi hedefe yürürken''


SGW’da ön bakışta da söylediğim gibi gizlilik teması hakim. Ağaçlar, çalı dipleri saklanma ve siper alma adına büyük önem arz etmekte. Bazı görevlerde düşmana fark edilirseniz başarısız oluyor ve bir önceki check point noktasına gitmek zorunda kalıyorsunuz. Yine bazı yerlerde de izinizi belli etmeden ilerlemeniz isteniyor ve fark edilirseniz telsizden ‘’Üzgünüz, şimdi tek başınasın. Tavsiyemiz; çevrende ağır düşman grupları var. Dikkatli ol’’ şeklinde sinir bozucu bir gönderi alıyorsunuz. Bu hazin duruma düşerseniz bir tavsiye de benden: ‘’Ya bir yere gizlenin, kalın. Gizlenecek yer yoksa direkt düşmanın arasına girip harakiri yapın.’’ Çünkü karşınızdakilerin yapay zekası kapalı alanlarda bile sizi iğne deliğinden vurabilecek ölçüde keskin (Birazdan ayrıntılı değineceğim).


Yapım sniper üzerine konuşlandırıldığı için sniper kullanımı konusunda aklınıza gelebilecek tüm inceliklere oyunda yer verilmiş. Rüzgarın ne yönden ne şiddetle estiği mermini gideceği doğrultuyu, askerin nabız atış hızı ise silah tutuşunu direkt etkiliyor. En ilkelden moderne doğru; tekme/yumruk, bıçak, pistol, otomatik, sniper gibi silah ve ip/halat gibi alet edevat opsiyonlarına sahibiz. Lüks silahlar ne kadar dikkat çekerse çeksin gizlilik temalı bu oyunda bıçak ve susturucu takılı pistol grubu da bir o kadar önemli. Hatta tekme/yumruk bile…


Ada haritası oldukça geniş. Fakat bunun oyun içerisinde hiçbir önemi yok. Çünkü adanın istediğiniz her noktasına gidebileceğiniz hareket özgürlüğünü tanımıyor size City Interactive. Bu da parseli daraltıyor, keyif bozuyor. Ekranda gideceğiniz yönü ve hedefe kaç metre kaldığına dair imleçler var. Mecburen doğrultuyu takip edeceksiniz, ikinci bir yol opsiyonunuz yok.


Easy, normal, hard level seçeneklerimiz. Easy’nin avantajı sniper’ın zoom’unu açtığınızda rüzgar ve diğer tüm değişkenlerin hesaba katılarak merminin gideceği yönün otomatik tayiniyle sağladığı kullanım kolaylığı ve alarm halindeki düşmanın üzerine görünmelerini kolaylaştırmak adına yansıtılmakta olan kırmızı aydınlatma. Tercih size kalmış ama gerçekçi bir sniper deneyimi yaşamak isteyenlere tavsiyem; kesinlikle hard’ı seçin.


''Ve kafaya saplanırken''


Yapay zekada bir tutarsızlık söz konusu. Bazı yerlede dahice bazı yerlerde de aptalca davranabiliyorlar. Örneğin; nöbette duran bir askerin arkasından yürüyüp ensesinin dibinde bitiyorum. Adamın ruhu duymuyor. Fakat sniper’ımla kulenin tepesine çıkıp yere eğilerek siper alıyorum. Bu sefer de 100-120 metre uzağımda, görüşü tamamen kapalı düşmanlar eğildiğim yerde kuleyi sarmalayan ahşapların arasındaki iğne deliği büyüklüğündeki boşluktan sektirmeden peş peşe isabetli vuruşlar yapabiliyorlar. Ömer Üründül'ün tabiriyle ''enteresan''.


Oyun içi ve bölüm sonu videoları yetersiz buldum. Kayda değer tek görsel; orta noktayı düşmanın kafasına isabet aldığımızda tıpkı Max Payne’deki gibi kameranın mermiyi hedefe varıncaya kadar takip etmesi ve o müthiş vurulma anına tanıklık ettirmesi. Grafikler fena değil, buna rağmen yer yer kaplamaların sırıttığını görmek mümkün. Oyun, Güney Amerika kesimlerinde geçtiğinden düşmanlar aralarında bu tip yörelerde sıklıkla kullanılan İspanyolca’yı konuşuyorlar ve dialoglar bu açıdan bir yıldızlı pekiyiyi hak ediyor. İspanyolca bilmesem de aralarındaki konuşmalarda sürekli azılı düşmanımız Vazques’in ismini anıyorlar ki; bu da haybeye konuşmadıklarının göstergesi. Müzikler dialogların aksine çok zayıf. Alttan alttan bir gerilim müziği tutuyorlar ve o müzik belirli bir noktadan sonra tekrarlamalarla bayalık getiriyor. Son olarak hikayeyi yaratıcı bulmadığımı ve ilgi çekici hale getirmek için bir romandan ( Yaprak Dökümü) 5 sezonluk dizi çıkaran yurdum senaristlerine ihtiyaçları olduğunu söylemiştim. Şimdi keşke şunlar olsaydı deyip kendi alternatif sonlarımı sıralayarak spoiler yedirmek istemiyorum ama beklediğim ölçüde basit bir finalle sona erdi. Sağlık olsun…

Sniper olsun çamurdan olsun deyip tüm zaaflarına rağmen her FPS severin gözü kapalı oynaması gereken bir oyun. Finalin ne ve nasıl şekilde gerçekleşeceği ilk yarım saatin sonunda zihnen kurgulansa da 6 saat gibi kısa bir sürede (16 bölüm ama oyun süresi çok kısa) 2 oturumda bıkmadan oynadım. Her halükarda tavsiye edilesidir.


Mclaren