6 Eylül 2010 Pazartesi

Türkiye 95 - 77 Fransa



Hesap kitap peşindeki takımlar birer birer yolcu oluyor. Dün Yunanistan, bugün de koçlarının açıkça ‘’Türkiye’den kaçmaya çalıştık’’ dediği Fransızlar…


Turnuvaya 3’te 3’le başlamasına karşın D grubunu 4. sırada bitiren, İspanya’yı mağlup edip Yeni Zelanda’dan 12 sayı fark yiyebilen Fransa’nın bu dengesizliği maç öncesi bizim açımızdan ufak bir endişe yaratsa da o endişe tip-off’la birlikte yerini coşkuya, rahatlığa bıraktı. Maça adam adama savunmayla başladık. Tanjevic, Parker’ın yokluğunda takımın beyni işlevi gören Batum’u Ömer Onan’la eşleştirirken karşı taraftan da Hidayet’e karşı Diaw hamlesi geldi. Ersan’ın bir türlü ritm bulamadığı ilk perdeye peş peşe iki üçlük sığdıran Hido hafiften ‘geliyorum’ mesajı verirken Ali Traore ve Ian Mahimni’nin erken faul problemine girmesiyle uzunlarımız içeride daha rahat hareket alanı buldu ve boyalı alan üstünlüğü otomatikman tarafımıza geçti. Fransa’ya karşı geri koşmakta ve içeride sürekli hücum ribaundu kovalayan atlet uzunlarını kontrol etmekte bir sıkıntı yaşamadık. Fakat bire birde topa yeterince baskı uygulayamadığımız için bu durum rakibe birkaç basit pas organizasyonuyla dışarıdan boş şut imkanı bulma ve çember altına sarkan ikinci uzunla savunma dengemizi bozma şansı tanıyordu. Nitekim De Colo’nun el bile gösteremediğimiz alarm niteliğindeki boş üçlüğünün ardından doğru olanı yapıp bire bir’i bırakarak alan savunmasına geçtik ve bu hamleyle rüzgarın yönü tamamen tarafımıza döndü.


İki guard’ın ön alan baskısıyla başlayan ve Ömer Aşık’ın tek başına boyalı alanın ortasını kapatmasıyla şekillenen 2-1-2 alan savunmamız Rusya ve Yunanistan’dan sonra Fransa’yı da ritminin dışına çıkardı. Zone defansı cezalandıracak etkili bir şutörü olmayan Fransızlar, Boris Diaw’ı savunmamızın ortasına sokup onun dışarı dağıtacağı paslar sonrası kısalarla içeri penetre fırsatı aradıysa da takım halinde o kayma rotasyonunu yine başarıyla uyguladık ve istedikleri boşluğu vermedik. Oyun kurucu pozisyonunda oynayan De Colo, Bokolo ve Albicy üçlüsünden hiçbiri takımı kumanda edecek yeterliliğe sahip değildi ve bu sıkıntılı dakikalarda hep bir ‘beynin’ eksikliğini hissettiler. Alan savunmasına geçince ön alanda yaptığımız baskı bize ilk yarıda tam 7 top kazandırdı. Kaptığımız topların çoğunu fast break’le sonuçlandırdık. Ekrana bir ara fast break sayılarında 14-4 üstün olduğumuz verisi yansıyordu ki; Fransa gibi çabuk ve atlet bir takıma karşı elde edilen bu istatistiğin ne kadar önemli olduğunu sanırım söylemeye gerek yok.


İkinci yarının başında Hidayet’in üçlükleri sonrası 20’yi bulan farkla maç kopma noktasına geldi. Skorun yarattığı rehavetle hem hücum hem savunmada agresifliğimizi yitirmeye başladık. ‘70-75 atarız’ öngörüsünde bulunduğum maçı 95’le bitirmemize ve tabelanın bu kadar şişmesine vesile olan şey; kazananın üç aşağı beş yukarı belli olduğu son 10-12 dakikalık periyodun adeta gazozuna halı saha maçı havasında oynanması… Diaw ikinci yarıda resmen şut idmanı yaptı. Bizim taraftaysa resmen Sinan Güler resitali vardı. 8/10 saha içi isabetiyle 17 sayı attı Sinan, rakibin her geri dönüş hamlesine karşılık verdi. Grup maçlarında beklentilerin altında kalan Hido da 20 sayı, 4 ribaund, 3 asist koydu yanına. Bu sayede Ersan’ın kötü oynadığı bir günde 18 sayı farkla maç kazandık. Şimdi Kerem Tunçeri’den gelecek sağlık raporuna bakıyoruz. Umarım ciddi bir şeyi yoktur Kerem’in. Ona son 8’de çok ihtiyacımız olacak.


Sırbistan - Hırvatistan ve Yunanistan – İspanya açılışından sonra bugünkü devam maçları kalite olarak kimseyi tatmin etmedi ama biz yolumuza devam ediyoruz. Slovenya maçı kuşkusuz bundan çok daha farklı bir havada oynanacak. Oradaki senaryoları zaten bol bol konuşacağız. Şimdi son sekizin keyfini çıkarma zamanı…

Hiç yorum yok: