9 Ağustos 2010 Pazartesi
Hey Gidi Schumacher!
Benim için spor tarihinin en özel kişiliklerinden biridir Michael Schumacher. ‘Zengin sporu’ yaftasıyla ülkemizde yeteri rağbeti görmeyen motor sporlarına ilgiyi artıran, bu ilginin nakde çevrilip Türkiye’yi uzun vadeli F-1 merkezlerinden biri yapması için proje edilen İstanbul Park’ın inşasında iş bilenlere (!) cesaret veren, bu futbol ülkesine F-1 pisti kurduran adamdır.
Onun ilk canlı performansına tanık olduğum yarış Spa 2000’di, arka kanatının üzerinde West yazan, içerisinde Mika Hakkinen’in oturduğu gri araçla birincilik mücadelesi veriyordu. Spikerin (sanırım Okay Karacan’dı) heyecan dolu anlatımını ve ekranda beliren ‘12 laps remaining’ ibaresini görünce evden çıkmamı bekleyen arkadaşım Can’ın üst balkondan bizim salona iştirak eden ‘’Hadi olum al şu duşunu daha çarşıya gidicez!’’ isyanını tv’nin sesini açıp F-1 araçlarının enfes motor sesiyle bastırdım ve ayak üstü yarışı izlemeye koyuldum. Schumi lider Hakkinen ikinciydi, aralarındaki fark ise 2.8 saniyeydi. Fin pilot tur başına mesafeyi 0.2-0.4 saniye farklarla kapatıyor, bitime 6-7 tur kala fark 1 saniyenin altına iniyordu. Hakkinen ilk ciddi geçiş atraksiyonunu bitime 5 tur kala Les Combes tepesine yaklaşırken gerçekleştirdi fakat başarılı olamadı. Normal süresi ve uzatmaları berabere bitmiş, galibin penaltı atışlarıyla belli olacağı bir dünya kupası finali izliyormuşçasına heyecanlıydım ve yarışın bu şekilde biteceğini düşünürken sadece bir tur sonra F-1 tarihinin en müthiş geçiş anlarından birine tanıklık ettim. Efsanevi Eau Rouge virajından arka arkaya çıkan iki pilot sonraki uzun düzlükte hızlanıp önlerindeki Richardo Zonta’ya tur bindirme hazırlığındaydı. Schumacher, Zonta’nın solundan geçti, eş zamanlı atağa kalkan Hakkinen ise Zonta ile pistin gidiş yönüne göre sağını snırlayan çizgi arasında kalan ufak boşluktan şansını denedi ve düzlüğün bitiminde (yani bir tur önceki geçiş denemesinin başarısız olduğu aynı yerde) Schumi’yi arkasına almayı başardı. Bu riskli/cesur hamle şimdiki F-1 tutkuma temel atmakla birlikte benim için Hakkinen özelinde bir saygı duruşudur.
İnsanların herhangi bir spor branşına olan bağlılığı genelde bir idolün benimsenmesiyle vuku bulur. Kaan Kural’ı bu camiaya kazandıran adam Larry Bird’dür. Bana Spa’dan bir hafta sonra grid’deki 22 pilotun ismini ezbere saydıran adamlar da Hakki ve Schumi’dir. O yarıştan sonra belki kaybedeni destekleme psikolojisi belki de Schumacher’in cezbedici ateş kırmızısı Ferrari’sinden ötürüdür bilinmez, kendimi Schumi taraftarı ilan ettim. Spa’da Hakkinen kazandı, sezonu Schumacher şampiyon bitirdi. 2001’de Schumi seriyi ikiledi. Hakkinen 5. bitirdiği sezonun ardından 1 yıl dinlenme kararı aldı. Fakat bir daha F-1’e dönmedi. Bu emeklilik F-1’in tadını kaçıracak, Schumi 2002/03/04’ü zirvede kapatacak ve üstelik 2003’te Raikkonen’le yaşadığı çekişme dışında diğer tüm sezonlarda açık ara yapacaktı.
2005 Schumi için hayal kırıklıklarıyla geçti. Takvimdeki ilk 4 yarışın üçünü kazanan Renault’un yükselen değeri Alonso ile Mclaren’den Raikkonen’in düellosuna sahne oldu. Schumi ‘’Hala kendimi bu savaşın içerisinde hissediyorum’’ diyerek ben daha ölmedim mesajı verse de sezon sonunda Alonso’nun topladığı puanın yarısına ulaşamadı ve 62 puanla üçüncü oldu. 2006’da senaryo daha ılımlıydı, Alonso’yla son 2 yarışa kafa kafaya girdiler. Fakat sondan bir önceki yarış olan Japonya Grand Prix’inde finişi göremedi ve yarışı birinci bitiren Alonso Brezilya’daki kapanış öncesi 10 puan farkla tepeye oturdu. Schumi son yarış öncesinde şampiyonluk umudunun kalmadığını itiraf etti, Brezilya’da ikinci olan Alonso üst üste ikinci kez şampiyon oldu.
Brezilya GP’sinden sonra yeni sezonda yarışmama kararı alan Schumacher pilotluk kariyerine nokta koyduğunu açıkladı ve çok geçmeden danışman sıfatıyla Ferrari garajındaki yerini aldı. Felipe Massa’nın 2009 Macaristan’daki kazasından sonra sezonun geri kalan bölümünde yarışamayacak olması ona üç yıllık aranın ardından bir dönüş kapısı açtı ama boyun ağrılarını mazeret gösterip teklifi reddetti.
Grileri çekse de kırmızı ona çok yakışıyor
2009/10’a girerken F-1 dünyasını şaşırtacak bir enstantane yaşandı. Schumi ismiyle özdeşleştiği Ferrari’den ayrılıp Mercedes GP ile anlaşmaya vardı. ‘Massa’nın yerine geçecek’ dedikoduları çıktığında sporda geri dönüşlerin başarı getirmediğine inanan biri olarak ufak bir macera için o müthiş kariyerin lekelenmesinden korkmuş ve dedikodunun bende yarattığı büyük heyecana rağmen rasyonel düşünüp verdiği red kararını sevinçle karşılamıştım. İçinde ukte kalmış olacak ki rötarlı da olsa Mercedes Gp’siyle Ferrari’ye ve Red Bull’lara meydan okumaya kalktı (!) Schumi. Macerası şimdilerde biraz Acun Firarda tadında... 12 yarış sonunda 38 puanla genel klasmanda 9. sırada. Hiç podyum göremedi, 7 kez ilk 10’un dışında kaldı. O eski winner görüntüsünden çok çok uzakta ve tekrar o çıtayı yakalaması pek olası görünmüyor
Sporda emeklilik sonrası geri dönüşlerin getirisi pek olumlu olmuyor. Özellikle F-1 gibi direnç/dayanıklılık gerektiren bireysel sporlarda gerekli fizik-kondisyona sahip olamama, özlemle doğan bu ufak heveslerin sporcuları uzun süreli motive edecek kadar güçlü olmaması, değişen/gelişen/büyüyen rakiplere ayak uyduramama, mental bozukluklar gibi türlü nedenleri var bunun. Tarihte de bol örneği var. Jordan Chicago’daki ilk three-peat’inden sonra kısa bir beyzbol macerası yaşamış ardından P-Jax’e ‘’Bu iş bana göre değil’’ diyerek geri dönmüştü. Fakat o zaman kariyerinin hala ekstrem dönemlerini yaşıyordu ve dönüşünde bir three-peat daha yaşadı. Fakat 2001’deki Wizards serüveni ona hiçbir şey kazandırmadı. Martina Hingis kortlara geri döndükten sonra ikinci baharında CV'sinin eksi hanesini işlemeye devam etti. Kanseri yenerek pedal çevirmeye devam eden örnek sporcu Lance Armstrong geri dönüşü sonrası çıktığı ilk Fransa bisiklet turunu 3. bitirmişti. Bu yılki yarışta ise ancak 23. olabildi. Kim Clijsters gibi çocuk doğurup dönüşte Grand Slam kazanan örnekler de var ama bunların ufak yüzdelik dilimlerle ifade edilen azınlık olduğunu düşünürsek çoğu come back’in hüsranla sonuçlandığı şeklinde bir genelleme var elimizde ve maalesef Michael Schumacher de artık bu genellemenin saygın azalarından biri...
Kalan yarışlarda kaçıncı olursa olsun Schumi’ye olan sevgim elbet değişmeyecek. Fakat onun podyumdan bizlere şapka çıkarmadığı, şampanya patlatamadığı her yarışın sonunda ‘’Gereği var mıydı be Schumi?’’ nidalarıyla üzülmeye devam edeceğiz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder