30 Haziran 2010 Çarşamba

Aykut Kocaman Niye Vardı?


Aykut Kocaman-Daum polemiği sportif direktörlük kavramını ülke futboluna yerleştirecek modernizasyona sahip olamadığımızın birinci elden kanıtıydı. Kitapçıkta ''transferin rotasını çizer, takım içi dengeleri gözetir, gidene gelene onay verir, kamp yerlerini ve sürecini belirler, kulübün tüm sportif faaliyetleri ondan sorulur vb.'' yazsa da batının yeniliklerini çarpık çarpık uygulayan, sentez mahsuru bu bünyeler teknik direktör üstü bir ara pozisyonu kaldıramadı. İhtiyaç var mıydı? Vardı, o ayrıca tartışılır. Kocaman başından beri ''Ya Daum giderse...''li senaryolara müteakip bir emniyet sübabıydı. En azından algı öyle oluştu ve Daum'un tazminat olayını büyümeden halleden yönetim 1 sene öncesinden hazırda tuttuğu B planını devreye sokup öz evladını o koltuğa oturttu.


Aykut Kocaman'ı severim. Sicili temiz, ahlaklı, bu camianın evladıdır. Daum'a söz geçiremeyişi kendisinin kimlik ve profil ağırlığından öte ülkenin sportif direktörlüğe yabancılığıyla alakalı. Sportif direktör derken başkanın istediği an kapının önüne koyamayacağı, teknik direktörün işine son verilme olayında fikir/irade sahibi adamlardan bahsediyoruz. Düşünsenize; Kocaman'ın üstlerine Daum'un gitmesi yönünde rapor sunduğunu! Bu topraklarda var mıdır mümkünü? Yok. Ben, Ünal Karaman'ın benzer biçimde Trabzon'da örneklendirildiği bu yapay kurumsallaşma hareketlerinin kalıcı olacağına, emsal teşkil edeceğine yahut kimilerinin iddia ettiği gibi devrim niteliği taşıyacağına hiçbir zaman inanmadım ve Aykut Hoca'nın göreve getiriliş biçimine baktığımda maalesef yanılmadığımı görüyorum.


Belki Daum'un sezon ortasında gönderilme ihtimaline karşı ''hem yapıyı iyi biliyor, hem de kriz anında daha kısa ve etkili bir çözüm metodu bulamayabiliriz'' denerekten günü kurtarma adına B planının parçası oldu. Belki de bulunduğu mevkide pişmesi, bu sayede takımı daha iyi tanıması sağlanarak hazır şekilde Fenerbahçe'nin teknik direktörü olması beklendi, bilinmez. Zira iki senaryo da sportif direktörlük olayının fasulyeden olduğunun ıspatı. Şimdi sorulması gereken soru; Aykut Hoca'dan sonra aynı göreve biri getirilecek mi? Kocaman'ın geçtiğimiz yıl camiadaki varlığını ve misyonunu açık edecek en genel geçer soru bu olacaktır.   

27 Haziran 2010 Pazar

SkidRow Yine Hack'ledi!


Google Analytics raporlarına baktığımda arama motoruna ''Prince of Persia: The Forgotten Sands Skidrow'' yazan tam 78 kişinin yolu bu bloga düşmüş. Ubisoft'un DRM koruma programını kıran tek hack grubu olan Skidrow daha önce yine Ubi patentli Assassins Creed 2 ve Tom Clancy's Splinter Cell: Conviction oyunları için çıkardığı crack'lerin ardından DRM'e meydan okumuş ve Fransız oyun firmasına ''Rekabet ettiğiniz için teşekkür ederiz. Biz sadece hayatı kolaylaştırmaya çalışıyoruz'' mesajı vermişti. Yani bu 78 kişinin Skid Row'a olan güveni (!) boşa değildi. Oyunun Xbox ve PS3 versiyonunu Mayıs ayında çıkaran Ubisoft'un PC versiyonunu Haziran'a sarkıtması ''DRM'i geliştirmek için ek süre'' olarak yorumlanmıştı ama gördük ki kat etmeleri gereken daha çok yol var! Prince of Persia: The Forgotten Sands'in Skidrow versiyonu torrentlere düşmüş vaziyette. Oyunseverlerin gözü aydın(!)

26 Haziran 2010 Cumartesi

EA Sports'tan NBA Açılımı



EA Sports'un NBA Live serisi oyuncu kontrol problemi, hareket ergonomisinin tekdüzeliği, rating'i yüksek yıldızlara eklenen abartı fonksiyonları ve yetersiz salon ambiansı sebebiyle hiçbir zaman tuttuğum oyunlardan biri olmadı. 2K Sports sağolsun iki yıldır bu açlığımızı dindirmekle kalmıyor NHL ve MLB'de de harikalar yaratarak EA'ye adeta göz dağı veriyordu. ''Ulan yıllardır oyunların üzerine birşey koymuyoruz, etiketini değiştirip piyasaya sürüyoruz. Artık birşeyler yapmamız gerek'' mesajını alan EA yönetimi NHL 10'daki atılımın sonrasında NBA arenasında da 2K Sports'la başa çıkmaya kararlı (!) Yeni ismiyle NBA Elite 11 Kevin Durant kapağıyla Xbox ve PS3 sahipleri için gün sayıyor.


Yukarıda ufak bir game playing bandı var. Oyuncu kontrolleri ve şut mekaniğindeki gelişim videonun ana hatlarını oluşturmakta. Kontrollerden bahsedecek olursak; oyuncuların el ve ayak hareketleri daha dinamik. Top sizdeyken iki farklı kontrol mekanizması söz konusu. Joystick'in sol stick'iyle oyuncuyu, sağ stick'iyle de topu yönlendiriyorsunuz (Örnk: Turnikeye giderken adımlamaları sol stick'le yapıyor, turnikeyi sağ elle mi yoksa sol elle mi bitireceğinize sağ stick'le karar veriyoruz. Oyuncu topu sağ elle potaya bırakacakken havada el değiştirip sol elle bitirmek mümkün). Bacak ve sırt arkası cross over'larda topun çevrim hızını siz ayarlıyorsunuz. Potaya giderken oyuncu ezbersel şekilde sadece imleç doğrultusunda tek yönlü hareket etmiyor. Penetre sırasında sağa veya sola ani manevralarla yön değiştirerek çabuk bacak hareketleriyle rakibinizi aldatabilir, kendinize boş pozisyon imkanı yaratabilirsiniz. Savunmada rakibi karşılarken sağ-sol ve ileri-geri stance hareketlerinde yine bir gelişim söz konusu. Uzuvlar daha aktif. Top çalmada etkisi bariz şekilde ortaya çıkarıyor. Ayrıca çizgiye yakın yerde top sektiren rakip oyuncuyu ittirerek çizginin dışına çıkarıp out of bound yaptırmak gibi saçmalıklara bu seride şahit olamayacağımızı söyleyim.


Şut mekaniğinde ekranın sağ üst köşesine konuşlandırılmış göstergeler önemli rol oynuyor. Göstergelerde oyuncunun eş zamanlı olarak aldığı pozisyona göre artan-azalan şut gücünü görme imkanına sahibiz. Burada şut tuşundaki hassasiyet çok önemli. Zira 360 derece dönebilen sağ stick'i ne tarafa ne süratle çevirdiğiniz attığınız şutun kaderini belirliyor. Misal; pota tam karşınızdayken stick'i sola çevirirseniz top potanın soluna gidiyor ve çembere hiç değmeyebiliyor. Yine misal; pota tam karşınızda ve potaya çok uzak bir mesafedesiniz. Stick'i kuzey yönünde (yani doğru yönde) hareket ettirdiniz fakat pota-oyuncu arasındaki mesafeye oranla stick'e (kuzey yönünde) yeterli şiddette basmazsanız bu sefer attığınız top airball olabiliyor. Son derece gerçekçi.


Son olarak jump shot, fade away, step back gibi harekete dayalı şut opsiyonları ile içerideki post hareketlerinde gözle görülür bir gelişim var. Topun oyunda olmadığı bölümlerde de son derece gerçekçi hareketlenmelere ( top aldırmama, perdeleme vb.) rastlamak mümkün. Bir türlü sınıfı geçemedikleri seyirci ambiansı, animasyon videoları ve grafiklerde de gelişim kaydedilirse sanırım 2K Sports'a ciddi anlamda rakip olabilirler. Bu sefer umutla bekliyoruz.

Görseller: Gamespot

24 Haziran 2010 Perşembe

Sniper Ghost Warrior (Ön Bakış)


Final sınavları, tez araştırması derken blogu epey boşladım. NBA finallerini bant yayınlarından, Dünya kupasını ise ancak göz ucuyla takip ettim ve ediyorum. Arada bir boşluk yakalamışken yapımcılığını ve dağıtımını City Interactive'in üstlendiği ve bu hafta içi raflardaki yerini alacak olan FPS oyunu Sniper Ghost Warrior'la yaşadığım demo deneyimini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Oyun City Interactive tarafından yaratılmış, tamamen hayal ürünü bir yerleşim merkezinde geçmekte olup bölgedeki hükümet rejimine son vererek direksiyonun başına geçmiş dikdatör güçleri durdurmayı kendine misyon edinen bir askerin hikayesi... Bu tip senaryolar yaratıcı görünmekle birlikte genelde rutin sonlarla bitmeye mahkumdur. Esas oğlan her zamanki gibi gövdesini siper eder, telsizden kendisine emir yağdıran partnerleriyle (!) ( ki o partnerler insanı fitil etmekten başka bir halta yaramaz) birlik olur ve şebekeyi çökertir. İyiler kazanır, kötüler kaybeder, sen de kahraman olursun. Oyun dünyasında pek parlak bir CV'ye sahip olmayan City Interactive örgüyü şaşırtıcı / ince senaristik ögelerle bezeyip biz oyunculara filmi etkileyecek kalibrede karar alma imkanı tanır (not: dialog sistemi olmadığından anlaşılan biz hikayeye uyacağız) ve oyunu telsiz talimatlarının harfiyen uygulandığı emir mekanizmasından çıkarırsa sofraya leziz bir yemek koyabilir. Finalinin tahmin edilebilirliği kolay görünse de bir FPS için ''kesecek ölçüde'' bir senaryo var ellerinde...Demonun bitiş sahnesi yeterince umutvariydi.

Demoda iki bölüm var, ikisi de ormanda geçiyor. Tema aksiyondan öte gizlilik üzerine kurulmuş ve doğal olarak saklanma, siper alma kabiliyeti başarının altında yatan temel etken. Ağaç dipleri, çalılıklar kamuflaj anlamında hayati önem taşıyor zira bazı mevkilerde fark edilirseniz düşman alarm sistemini çalıştırarak sizi abluka altına alıyor.

Silah olarak makinalı ve pistol sınıfı envanterimizde pekala mevcut fakat gerek gizlilik temasından gerekse oyunun isminden anlaşılacağı üzere en kral alet; sniper... Hal böyle olunca sniper kullanımı konusunda her detaya dikkat edilmiş. Rüzgarın esiş yön ve hızının merminin yol haritasını değiştirmesi, karakterimizin nefes alış-veriş hızı ve nabız durumunun silah tutuşunu etkilemesi oyundaki gerçeklik hissini kat be kat artırıyor. Düşmanın kafasını isabet alıp tetiğe bastığınızda kamera tıpkı Max Payne'de olduğu gibi mermiyi hedefe kadar yakın takibe alıyor ve mermi kafaya sapladığında ortalık resmen kan gölüne dönüyor. Aynı kadrajda yakaladığımız iki düşmanı (ve aynı hizada) tek mermiyle öldürebildiğiniz gibi düşmanı alt ederken sessiz olmanız gereken yerlerde yumruk/tekme/bıçak gibi silahsız öldürme seçeneklerini kullanabilir yok ben silah kullanacağım diyorsanız da sniper'ın sesini tepenizde hareket etmekte olan uçağın sesiyle kamufle edip execute işlemini gerçekleştirebilirsiniz. Bu detayların biz oyunculara gerçekçi bir sniper deneyimi yaşattığını söylemeliyim.

Oyunda 4 adet zorluk modu var. Kolay modlarda rüzgarın hız ve yönü otomatik olarak tayin edilirken merminin düşeceği yer kırmızı noktayla işaret ediliyor. Zorluk seviyesi yükseldiğinde böyle bir şansa sahip değilsiniz (Olmaması daha iyi). Yine kolay modda alarm durumuna geçmiş düşmanları daha kolay fark edebilmeniz için üzerleri kırmızı renkle aydınlatılıyor. Kendi fark edilme durumunuzu ise ekranın alt kısmındaki bardan takip edebilmeniz mümkün.

Grafikler beklentilerimin altında. Zaten şu ara oynadığımız çoğu oyun ( bknz: Alpha Protocol, Prince of Persia) grafik konusunda geri kalmış ve diğer artılarıyla (senaryo vb) açığı tolere eder vaziyette. Senaryo iyi yönetilirse SGW'yi de bu listeye ekleriz. Yapay zeka için konuşmak ne derece doğru olur bilmiyorum ama gizlenme olayında sizi fark etme ve alarma geçme süresi ile yan yana duran iki düşmandan birine sıktıktan sonra yanındakinin reaksiyona kalkış süresine bakacak olursak yapay zekanın kurtarır seviyede olduğunu söyleyebilirim. Bu konuda daha sağlıklı edinimler için full versiyonu oynamak lazım.

Bir dönemi Counter Strike oynayarak devirmiş, klavyede B'ye ardından 4-6'ya basıp Ö-Ç ile mermisini doldurduktan sonra sniper'ıyla Assault'un siyah çatısında pusuya koyulan biri olarak heyecanla bekliyorum. İlk izlenimlerim olumlu. Oynadıktan sonra yine yazar, çizeriz.

18 Haziran 2010 Cuma

O Şampiyonlukları Sadece Jordan, Kobe, Shaq Getirmedi


(Son kareler daha akılda kalıcıdır. Kobe başta olmak üzere Artest'in son maç performansı, Gasol'ün sahada yumuşak benzetmelerine verdiği cevap düşecektir yarınki gazete manşetlerine. Ben ise rutin dışına çıkıp maç yazısını yazmadan evvel bu postta Phil Jackson'ı konuk edeceğim. Yazıyı geçen seneki Orlando finalinden sonra kaleme almıştım, içerisinde koçun Kutsal Çemberler kitabındaki sözlerinden bazı alıntılar da var. Bugün 11. yüzüğünü artık ayak parmağına takmak zorunda kalan P-Jax'e ''Jordan, Kobe, Shaq olsa ben de şampiyon yapardım'' diyenlere hitaben... )

İşe bilimsel yaklaşmaya karar verdi Phil. Damarlarında çocukluğundan kalma maneviyat duygusu akıp giderken hayatına buna göre yön veremezdi. Coşkun selde kaybolmak… Phil bir kurgu peşindeydi. Gerçeklikle maneviyatın sentezi. ‘Bilim gerçekleri açıklar. Fakat Antonio De Saint’in dediği gibi kişi bazı doğruları sadece yüreğiyle görebilir.’

İşletmeler ticari faaliyetlerine başlamadan önce kendilerine bir vizyon edinirler. Vizyon, işletmenin kendisini gelecekte nerede görmek istediğini gösterir. İddia içerir. Hayata geçirilebilmesi için sağlam bir stratejik zemine oturtulmalıdır. Yeniliği, ilerlemeyi, işletmenin devamlı olarak çevreye intibakını kontrol altına alan yönetsel bir araç olan stratejiler, bizi vizyona götüren alt planlama başlıklarıdır. Taktiklerle hayata geçirilir.

Phil…Başarabilmen için sanırım bir CEO gibi davranmalısın! Unutma bilim yalan söylemez. Dini bütün anne-babanın sana zorla okuttuğu ayetler ve gönül gözün de sana yardım edecek. Sentezden bahsetmiştik. Yalnız değilsin!

Phil Jackson 1989/90 sezonunda Chicago’nun başına geçip profesyonel koçluk kariyeri demini almaya başladığında bu birikime ihtiyacı olacaktı. Terazinin iki kefesini de dengede tutup engin hayat tecrübesini filme aktarmak… Hayal edebilmenin çılgınlığı!

Vizyon: Bulls’u NBA’in en başarılı ve saygın takımı yapabilmek

Vizyon yoksa hedef yoktur. Hedef yoksa başarı da…Güzel başlangıç! Phil Jackson 1995 yapımı Kutsal Çemberler kitabında şöyle der: ‘’ Başarmak önemli. Fakat benim istediğim biraz da rekabet, oyundan zevk almak, saygı görmek. ‘’ Seni anlıyorum koç. ‘’Gökdelenin tepesine çıksan bile 1. kattaki yaşlı amcanın saygısını kazanamadıysan bunun bir önemi yok. ‘’


Strateji: Ben’i biz yapmak. Takım olmak

Şirketler sayısız strateji üretirler. Phil Jackson ise sadece 4 taktik üzerine temellendirdiği tek stratejiyi hayata koyarak Oscar’a aday olmuştur. En iyi film… En iyi müzik… Evet, bunun sound’u iyi. Vokal mükemmel.

Jackson organizasyona yabancı değil. Çarkın nasıl döndüğünü görüyor. Ama ona göre bir tek eksik var. ‘Bazı tabuları yıkmanın gerekliliği’… Chicago’yu ‘’Jordan ve arkadaşları’’ olmaktan çıkarıp tek vücut haline getirmek nasıl mesela?

Jordan, Allah’ın tabiata hediyesi. Doğa üstü yetenekleri olduğuna şüphe yok. Fakat hiçbir zaman bir takım, bir oyuncudan ibaret olamaz. Bir insan bunu tek başına başaramaz. Jordan farklı ırktan ama sonuçta o da bir ölümlü.

‘’Jordan topu alıyor. Yanındakiler hayranlıkla onu seyrediyor. Hamle yapmak mı? Ne cesaret! Oyun kurucu top taşısın. Uzunlar ribaund toplasın yeter…’’ kalıbını kırmaya çalıştım diyor Phil Jackson. Jordan bir yıldız değil sadece elin 5 parmağından biri olmalı…

Hücumda top MJ’in ellerindeyken rakip her defasında 2-3 kişiyle değişerek onu müdafa ediyor. İçeri penetre ettiğinde de diğer Bulls’lular tehdit oluşturmadığından riske edilirken tüm savunma MJ’in üzerine çullanıyor. Aslanların antiloplarla dansı…

Aslan, bir antilop sürüsüne yaklaşırken kendisine bir av seçer. Sadece ona odaklanır ve radarın zoom’unu ona göre ayarlar. Kendini hazır hissettiğinde hamlesini yapar ve sadece avına doğru hareket eder. O an yakınında sadece bir pençe mesafesi uzaklıkta bir antilop görse bile onu görmez, es geçer. Çünkü aslan için hedef bellidir.

Jordan’ın rakipleri için de öyle…MJ’in sivrilişi, diğerlerinin seyredişi Jordan’ı açık hedef haline getirmiş. Koçlar savunma setlerini Jordan'ı kesmek üzerine kurmuş. Sanırım bunu değiştirmek istiyorsun Phil? Ben’i (MJ), biz’in bir parçası yapmaktan kastın bu! Rakının yanına meze koymazsan tat alamazsın!

Taktik 1: Üçgen hücum

Phil Jackson takım olmanın yollarını ararken Tex Winter’ın dahiyane fikrine kulak verdi. Kul sıkışmadan hızır yetişmezmiş. Tex Winter üçgen hücum ismini koyduğu bu düzeneği zamanında Phil’e aktarırken acaba bir reforma öncelik ettiğini tahmin edebiliyor muydu bilmiyorum. Ama Jackson’ın koçluk kariyerine yeni bir soluk getireceği kesindi.

Kitapta sistem şöyle izah edilir: ‘’Üçgen hücum en iyi beş adamlı tai chi ( bir çeşit Uzakdoğu savunma sanatlı merkezi) olarak tarif edilebilir. Temel düşünce defansı üzerine çekip devre dışı bırakmak ve hücum sahasında çok sayıda boş alan yaratmak amacıyla hareketlenmelerin akışını en iyi şekilde ayarlamaktır. Sistem adını en bilinen hareketlenme kalıplarından birinden alır: ‘’Yan çizgi üçgeni.’’

Kitapta oyuncuların sisteme uyarlanışları da görselleştirilmiştir. ‘’Mesela Scottie Pippen topu hücum sahasına sürerken, o ve diğer iki oyuncu üçgen şeklinde – köşede Steve Kerr, yüksek postta Luc Longley, yan çizgiler civarında Scottie- yaklaşık 5 m aralıklarla sahaya yayılırlar. Bu esnada MJ 3 saniye koridorunun etrafında dolanır. Toni Kukoc ise sahanın diğer tarafında Pippen’ın tam karşısında pozisyonunu alır. Sonra Pippen içeriye Longley’e pası verir ve herkes defansın durumuna göre kompleks, birbiriyle bağlantılı bir seri hareketin içine girer.’’

Phil Jackson ‘’sistemin bana ithaf eden tarafı takımdaki herkesin hücuma katılmasına fırsat vermesi ve kendi bireyselliklerini takım için ikinci plana atmaya bir nevi mecbur bırakması’’ diyerek beğenisini dile getirdi. Herkesin bir görevi var. ‘’Topu Jordan’a ver, geri çekil’’ modelini yerle bir edecek sistem işte bu!

Ayrıca sistem kesin ve katı bir hücum düzenine oturtulmadığından rakip takımın Bulls hücumlarını okuyup yorumlaması zorlaşacak ve Jordan da bu sayede açık hedef olmaktan kurtulacaktı. Eli öpülecek adamsın Tex! Phil sana minnettar! Ben de!

Taktik 2: Özgür bırak!

Phil Jackson sistemi yürürlüğe koymadan MJ ile görüştü. Fikrini aldı. Jordan ‘’kulağa hoş geliyor ama sistem en az 1 – 1.5 yılımızı alacak.’’ dedi. Fakat üçgenin onu derinden yakalayan ve hayır diyemeyeceği bir tarafı vardı. Jordan artık ‘rakip takımların hedefindeki açık yem’ olmaktan kurtulacaktı. Kararsızlıkla birlikte olur koç dedi. ‘’Denemeye değer.’’

Üçgen hücumu baş antrenör olmadan önce Tex’den dinlemişti Phil Jackson. Şimdi uygulamak için doğru zamandı. Ona göre bu düzenek ‘’Knicks yıllarında oyuncuyken Red Holzman’ın kullandığı hücum sisteminin gelişmiş versiyonuydu’’.

Phil Jackson kesin kurallardan damıtılmış bu düzende oyuncularına sadece ne yapmaları gerektiğini söylüyor fakat nasıl yapılacağı konusunda onları serbest bırakıyordu. Sınava hazırlan. İster okuyarak, ister not alarak…Üçgen de bunu öngörüyor: Sınırsız özgürlük… Vazgeçme. Bu akışkan düzende illa ki rakibin bir boşluğunu yakalarsın. Yakalayana kadar devam et. Gediğin yeri önemli değil. Nasıl yakaladığının da…

Aslında ne kadar yabancıydı bu kavramlar Phil’e. Özgürlük… Çocukluğunda Phil’in lügatında bu kelimenin karşılığı yoktu. Özgürlük mü? ‘’Annemim bana verdiği ayetleri saatlerce okur, ezberlerdim. Neye yarayacağını bilmeden. Sadece söyleneni yapardım. Ailemin doğrularına itaat ederdim. Yine dualar, ayinler, ibadetler…’’

Serbestiden soyutlanmış bir yaşamın kararlı bir döngü içerisine girip kirlerinden arınması gibi bir şey bu. Yoksa özgürlük nedir bilmeyen bir adam oyuncularını nasıl böylesine serbest bırakabilir ki? Klişe devam edebilir miydi?

Koçları ikiye ayırıyor Phil. Bazıları çok kontrol-kolik. ‘’Ufak bir serbestinin otoritelerini sarsacağını düşünerek dikdatör gibi davranıyorlar. Oyunculara kendilerini düşünme fırsatı vermiyorlar. ‘’ Anladım. Sanırım aldığı molada üç hücum sonraki seti çizen koçlardan bahsediyorsun Phil.

‘’Kimileri de özgürlüğü abartıyor. Güçlü olana imtiyaz verip diğerlerine aynı şansı tanımıyorlar. Ayrımcılık düşünebileceğim son şey olmalı’’

Dönemin Indiana Üniversitesi koçu Bobby Knight, Phil Jackson’ı eleştiriyor. ‘’Kolejde oyuncularınız size itaat ediyor. NBA’de ise aşırı serbestlik var. Bu sebeple NBA’de asla koçluk yapamam.’’

Phil Jackson’ın cevabı manidar. ‘’Ben başıboş bırakmıyorum.’’ Özgürce davranıyorlar. Ama varlığımdan da haberdarlar. Bunun tarifi; görünmez güç uygulaması…


Taktik 3: His kulağını açık tut. Tıkama o duvarı.

Dennis Rodman denince aklınıza ne gelir? Kavga? Gürültü? Teknik faul? Piercing küpeler?

Phil Jackson ‘’sicili bozuk’’ tabirini dünya üzerinde belki de en iyi niteleyen kişi olan Rodman’ı 90’lı yılların ortasında Bulls’a getirmeye karar verdi. Evet, yanlış duymadınız. Rodman’ı…

Düşüncesini dönemin Bulls yöneticisi Jerry Krause ile paylaştığında pek ılımlı bir yanıt almadı Phil. ‘’Emin misin? Bak Rodman’dan bahsediyoruz?’’ Phil Jackson’a göre Rodman çok iyi bir savunmacı, koçluk yaptığı en atlet oyuncu ve kafasını oyununa verdiği taktirde gerçek bir yıldız olma adayı. Fakat hırsını konsantrasyona değil de öfkeye çevirdiği için potansiyelinin altında kalıyor.

Fikri kabul gördü ve Rodman’ı Chicago’ya getirdi. Felsefesinin bir parçası olan savunma sertliğinin ateşleyicisi olacaktı Rodman ona göre. Riski de beraberinde getirerek…

Rodman pek parlak bir başlangıç yapmadı. Sakatlıklar, maç içerisinde yetkililerden birine kafa atmalar… Bildiğini okudu. Fakat Phil Jackson onu sistemin içerisine yedirmeyi başardı. Dizginledi. Rodman’a kendi tabiriyle ‘öfkesiz saldırgan olabilmeyi’ öğretti. Sahip olduğu vasıfları doğru yere kanalize ederek oyuncusunun verimliliğini artırdı. Hatta onu hücumun bir parçası haline getirdi. Evet, Detroit dönemlerinde maç başına 18 ribaund ortalamayla oynayıp hücumda hiçbir varlık gösteremeyen Dennis Rodman’ı… Chicago’ya gelmeden önce asist ortalamaları 1.5 – 2 marjında seyrederken Bulls’da bu rakam 3’ü gördü.

'‘Rodman’dan adam olur’ fikri nasıl bir hissiyattır bilmiyorum ama Phil hislerinin yol göstericisi olduğuna inanmakla iyi etti. Rodman’ın rotasyona dahil edildiği 1995/96 sezonunda 72-10’luk derece elde ederek NBA rekoru kırdılar ve finalde Seattle’ı yenerek şampiyon oldular. Kariyeri çalkantılarla geçmiş bir oyuncuyu tarihi başarının bir parçası yaptı Phil. Hem de sinekten yağ çıkararak…

Taktik 4: Zen’i uygula

Dini maneviyatın ve ihtiyacı olan özgürlüğün bileşimi olarak tanımladığı Zen’i basketbola uyarlamayı başardı Phil. ‘Kusursuz farkındalık’ adını verdiği ‘yaşanılan ana konsantre olabilmeyi’ öğretti oyuncularına. Üçgen de bunu gerektiriyordu.


Saha içinde yaşananları kesintisiz seyretmek…Akışı izlemek ve kendini o akışa kaptırmayı bilmek… Phil’e göre oyuncu kafasını gereksiz şeylerle meşgul etmemeli. Berrak zihin çok önemli. Konsantrasyon’un aşırı yoğunlaşma ile alakalı olmadığını bunun kusursuz bir ‘farkındalık’ ile sağlanabileceğini düşündü.

Knicks’de forma giyerken bir anısını anlatıyor Phil. Bench’te Nate Bowman’la şakalaşıyorduk. Koç Red Holzman beni fark etti ve yanıma geldi. Kaç dakika var diye sordu. Maçın bitimine 1 dakika, 24 saniye var diyecekken lafı ağzıma tıkadı.

‘’Hayır, 24 saniyenin bitimine ne kadar?’’

‘’Bilmiyorum! ’’

Holzman’ın ne demek istediğini anlamıştı Phil. Kusursuz farkındalık işte bu. Kenarda beklesen bile oyunun içerisinde kalmayı başarabilmek. Bağlantıyı koparmamak.

Yazıda Shaq, Kobe ve nice büyük isimden bahsetmedim. Jordan gibi NBA’in globalleşmesini sağlayan ve şu an dünya basketbol tarihinin en baba oyuncusu olarak kabul gören birini ‘’takımın bir parçası’’ yapabilmek Zenmaster'ı tanımlamak adına en etkileyicisiydi. ‘’Kolektivite’’ üzerine temellendirdiği stratejisini 4 taktikle hayata geçiren Phil, 6 şampiyonluk kazandırdığı Bulls’u dönemin en başarılı ve belki daha önemlisi en saygın takımlarından biri yapmayı başardı. Sanırım, vizyonumuz da buydu.

Bir küçük çocuk edasıyla Phil’e sormak isterdim.

‘’Bana nasıl dahiyane olduğunu anlatsana Phil. Kısaca özetle. İstersen iki cümleyle.’’

‘’Tut elimi evlat. Sana bir film göstereceğim.’’

8 Haziran 2010 Salı

Split Second (İnceleme)



Need for speed ve Dirt 2 gibi sadece hızlı olanın kazandığı klasik araba yarışlarından sıkılan ve daha fazla adrenalin isteyen bünyeler için arcade tarzı keyifli bir alternatif Split Second, ''When speed is not enough...'' sloganıyla yola çıkan Disney ekibinin tedrisatından geçerek servisi yapılan yapımın ilk cümledeki realistlerden farkı; pistin çeşitli bölgelerine yerleştirilmiş tuzakları uygun zamanlarda aktive ederek diğer arabaları devre dışı bırakmanıza izin vermesi, SC kayıtlarında wrecked, benim lügatımda execution olarak yer eden ve Yılmaz Erdoğan'ın her hafta Çok güzel hareketler bunlar diyerek alkış tutturduğu bu tuzaklardan bir spesiyalite sunacak olursak; tepenizde dolanıp duran helikopterden aşağıya patlayıcı yağdırmak, yol kenarında bekleyen iş makinasının dümenini içeri kırıp yolun şöyle bir tozunu almak, gaz/benzin yüklü park halindeki tankeri ateşleyip ortalığı ateşe vermek, karşıdan üzerinize doğru gelen uçağın yahut yola devrilmekte olan dev fabrika bacasının altında pestile dönmek, köprüyü altından geçen araçların üzerine yıkmak ilk etapta aklıma gelenler, Bir de yarış içinde topladığımız draft, drift ve jumping puanlarıyla elde ettiğimiz power play opsiyonu var ki; onun yarattığı etki 3-4 aracı aynı anda oyundan düşürebilecek kadar sarsıcı ve trajedik, Tamamı test edildi, onaylandı, ''Hedef seçilmiş bir kurban, yakın takip, doğru zamanlama, onay ve hurda haline gelmiş araçlar bütünü''... Felsefemiz bu, Parkur ve tuzakları iyi kullanıyor, kontralarda sağlam manevra yapabiliyor ve bunu hızla tutkuyla birleştirebiliyorsan senin yerin burası; Split Second,


Oyun, Disney'in yarattığı hayal mahsulü BRTV'nin 12 bölümlük bir televizyon show'undan ibaret, Her bölüm 6 yarıştan oluşuyor ve bu da 12*6=72 yani doyurucu bir yarış takvimi demek, Şu show olayını biraz açmakta fayda görüyorum, BRTV isminde bir televizyon kanalı var, Bizim yaptığımız yarışlar bir sezon boyunca bu kanalda yayınlanıyor, Bölüm atladığımızda araya tanıtıcı video'lar koyup next on; split second, previously on lost tarzı ifadelerle sonraki bölümde olacaklar hakkında bilgi veriyorlar ve bu dizin finale kadar aynı ayarda devam ediyor, Kurguyu açıkçası beğendim, İnce düşünülmüş, Fakat pratikte aynı sonucu verdiğini söyleyemem, İnsanı gaza getiren ara videolar sadece bölüm sonlarında mevcut, sayıları oldukça az, yarış içinde veya sonunda destekleyici görsellere yer verilmemiş ve ortada yazılmış bir senaryo yok, Haliyle oynarken show'un bir parçası gibi hissedemiyorsunuz kendinizi,


Oyunda bölüm geçebilmek veya kilitli araçları açabilmek tamamen yarışlardan kazandığınız puanlara bağlı, X aracını çok istiyorsan git 275 credits topla gel diyorlar, Kapalı yarışları açan anahtar yine aynı, Her bölüm kendi içinde 6 yarıştan oluşuyor ve o 6'lının sonuncusu olan ve katılım için sizden belli ölçüde puan isteyen elite racing'de ilk 3'e girebilirseniz bir sonraki etaba geçmeye hak kazanıyorsunuz,


Araç lansmanı çok zayıf, Genelde araba dergilerinde görmeye aşina olduğumuz Bugatti, Lamborghini tarzı elit kesim araçlar var fakat buradakiler çok daha yapay duruyor, Blur'daki gibi günlük hayatta kullandığımız bir Renault Megane, bir Ford Focus beni daha mutlu ederdi, SC'nin garajı beni hiç tatmin etmedi,




Oyunda binbir çeşit tuzak söz konusu fakat yarışa uyarlanış tarzları biraz saçma, Her seferinde öndeki aracın hedef seçiliyor olması; 5 dakika boyunca yarışı önde götürüp bitime iki viraj kala kapana basarak 3-4 araca birden geçilen ben gibilerin pek hoşuna gideceğini sanmıyorum, Kardeşim aynısını sen de yap dediğinizi duyar gibiyim ama burada ciddi bir haksız rekabet söz konusu, Blur'daki gibi arka ve orta sıradakiler de tuzaklardan nasibini alsa, öndekiler kurbanlık koyun piyasasına düşmese kuşkusuz daha iyi ve adil olurdu.


Yarış çeşitliliği bol. Standart yarış (Racing), helikopter saldırılarından kurtulup en iyi zamanı yapmaya çalıştığımız Air Revenge, oval pistin etrafında dönerken üzerimize patlayıcı variller gönderen tırdan kaçıp hayatta kalma (Survival), sona kalan dona kalır (Elimination) gibi opsiyonlar mevcut, Pist çeşitliliği yollara ekstra bölge ve parkur eklemeleriyle revize edilerek sağlanmaya çalışılmış, Araçlar hız, dayanıklılık vb. konularda birbirleriyle farklılıklar göstermekte ve bunlar yarışa ve piste göre avantaj/dezavantaj oluşturmakta, kontrolleri ise olması gerektiği gibi, Araçların SC'de anormal hızlara çıkması bir yandan sürat tatmini sağlarken diğer yandan ani tuzaklara karşı manevra yapabilme kabiliyetini azaltıyor (en hoş detay bu), Grafikler tatmin edici, patlama efektleri müthiş, Multiplayer oynama imkanım olmasa da duyumların Blur'un multi'sine kıyasla SC'nin daha zayıf kaldığı yönünde,


Blur'daki araçları, SC'deki yarış çeşitliliğini ve her ikisinin execute kombinasyonlarını birleştirme imkanımız olsaydı ortaya eminim bambaşka bir tat çıkardı, Split Second'ı beğenmekle birlikte sırf araç lansmanındaki yapaylıktan ötürü Blur'un bir kademe altına koyuyorum, Ben oyunda realite ararım diyorsanız hiç bulaşmayın, fark etmez diyorsanız bence bir tadına bakın,


Mclaren   

7 Haziran 2010 Pazartesi

Sweety Time-Out



Bloga hep smaç, blog, buzzer shot koyacak değiliz ya, Görüntü final serisi 2. maçından, Eight second violation'a ramak kala Doc Rivers oyunun ne kadar içinde olduğunu gösteren, hayli sempatik bir mola alıyor, Koçun sahaya atlayışına ve Garnett'in tepkisine dikkat,

Link

4 Haziran 2010 Cuma

Güle Güle Furkan Doğan


Muhasebe hocam Sn. Ahmet Doğan'ın oğlu, Gazze şehidimiz Furkan Doğan'ı uğurladık bugün. 19 yaşında, gencecik fidanı toprağa verdik. Mekanın cennet olsun kardeşim. Başın sağolsun hocam, başımız sağolsun.

Şehidimiz, Onurumuz...