15 Haziran 2011 Çarşamba

Mental Tırmanış



Bundan sonra anlatacaklarımız artık bir ergenin hikayesi değil, yada dersine iyi çalışıp kağıtlar dağıtıldığında sınav kaygısına yenik düşen bir öğrencinin öyküsü…O ergen artık büyüdü, rüştünü ıspat etti ve yıldız üçlünün bir araya geliş öyküsünün medyada yarattığı antipati ile yüzük kazanamamış ama hak etmiş oyuncular grubu olarak gördükleri sempati sonrası arkasına aldığı medya rüzgarını iyi kullandı ve söke söke franchise’ın ilk şampiyonluğuna yürüdü.


2006’da kaybedilen finalin ardından 2007’de 67-15 yapan takımın Golden State’ten yediği tarihi darbe sonrası Dirk Nowitzki’nin Heidi gibi kendini dağlara taşlara vurduğunu, 1 ay kendine gelemediğini, özgüveninin dip yaptığını ve 21. yüzyılda milli takımına büyük turnuvalarda iki final-four ve bir final yaptıran bu adamın serinin 6. maçında 8 sayıda kalmasıyla artık liderliğinin sorgulanabilir hale geldiğini bilmeyeniniz yoktur. Evet, Alman yıldız çıkıp sorumluluğu üzerine aldı, suçluydu da ama medya o gün Nowitzki’nin üzerine öyle odaklanmıştı ki; Josh Howard’ın aslında ikinci adam rolünü yeterince kotaramadığı (daha sonra yaşadığı marihuana ve marş olayları da kanıtladı bunu), ha patladı ha patlayacak denilen Devin Harris’in buraların adamı olmadığı, Avery Johnson’ın Heat faciasından sonra yine takımının mental çöküşüne seyirci kaldığı ve kağıt üzerinde geniş görünen rotasyonda JStack dışında kimsenin kenardan gelip ortaya bir şey koyamadığı gerçeklerinin üzeri örtüldü. Medya kendisine bir kurban arıyordu ve içlerinden en büyük olanını seçip yem yaptı. Keza takip eden 3 yıla baktığımızda; Nowitzki’nin kendi standartlarında görece iyi kabul edilebilir oynadığı 3 play-off sezonunda Dallas’ın sadece 4 seri (2008 Hornets, 2009 Spurs/Nuggets ve 2010 Spurs) oynayabildiğini görüyoruz. Ayrıca kadro kalitesi olarak elendikleri takımlarla (Hornets, Nuggets, Spurs) eş değer seviyede olmaları da Alman yıldızın bu serilerdeki olağan performans / istatistik verileri ile birleşince bize katil(ler)i başka yerlerde aramamız gerektiğine işaret ediyor.


Off-season’ı genellikle basit hamlelerle kısa rotasyonunu şişirerek geçiştiren ve bazen bu sebeple eleştirilen Dallas son iki büyük hamlesini (Kidd ve Butler) sezon ortasında panik tuşuna asılarak yaptı ama ellerinde yaka finali yapacak yeterlilikte malzeme vardı. En azından Howard-Dirk-Kidd ve Terry çekirdeğinden oluşan bir takımın bench'ine oturtacak adamı olmayan Hornets'e 5 maçta kaybetmesi kadro yetersizliğiyle açıklanacak birşey olmasa gerek. Onlar için anahtar; rotasyon kalitesini artırmaktan öte kafa olarak yeniden o noktaya çıkabileceklerine inanmaktı. Nisan-Mayıs aylarında sevimli hayalet Casper’a dönüşen Terry ve Marion’la, geçtiğimiz yılki Spurs serisinde özgüveni boş pozisyonda, en yakın rakibi 3 metre yakınındayken topla çembere bakamayacak kadar körelen Kidd’in ayağa kalkmasını sağlamaktı. Mesele salt kadro yeterliliğinde olsaydı; bugün Butler ve Beaubois olmadan bu takımın Portland’ta takılması gerekmez miydi?


31 Mart 2011


Dallas başlıktaki tarihte Staples Center’da konferans ikincisini belirlemesi açısından önem arz eden maçta Lakers’ın karşısına çıktı ve büyük hüsrana uğradı. Mesaj maçı olarak nitelendirilen ve Dallas’ın bu alanda pek de iyi sayılmadığı akşamda alınan bu 28 sayılık hezimetin tesiriyle takım play-off’a kafa bir milyon vaziyette girdi. Üzerlerine yapışan o kırılganlığın böylesine kritik bir dönemde hortlaması takıma olan güveni azalttı ve Dallas sakatlar ordusu Portland’ın karşısına dahi favori çıkamadı. Öyle ki; bu yıl kazandıkları 4 seride de NBA Stüdyo ekibi hep rakiplerini favori gösterdi. Fakat play-off’lar başladığında benim sadece ‘’2012 kıyamet kehanetleri lokavt var diye 1 yıl önceden mi beliriyor lan’’ dediğim olaylar zinciri baş gösteriyordu.


Dallas için ilk kırılma anı Portland serisi 4. maçıydı. 20 sayı farkla öndeyken kaybedilen maçın takımda ciddi bir özgüven kaybına yol açacağı ve hatta içerideki bir sonraki maçı tehlikeye sokacağı düşünüldü. Fakat maviler önce AAC’de ardından baştan sona önde götürdükleri 6. maçı deplasmanda kazanarak ilk sınavı başarıyla geçti.




Lakers serisi ilk maçında (ikinci yarıda) 16 sayı geriye düşen Dallas üçüncü çeyrekte Corey Brewer’ın peş peşe gelen 5 sayısıyla ayağa kalkıp, devamında 20-6’lık bir seri yakaladı ve rakiplerini 16 sayıda tuttukları son çeyrekte maç sonunu Lakers gibi buralarda oynamaya alışmış, winner bir takımdan daha iyi oynayarak serinin kaderini değiştirebilecek bir galibiyet aldı. Lakers’ın son anlarda yaptığı basit top kayıplarının, topun alçak posta hiç inmemesinin, Gasol’ün son çeyrekte sadece bir şut kullanmasının, Artest’in 8’de 1 atmasının bu mağlubiyette payı olduğu aşikar. Hatta seri geneli için konuşursak; eşleşmenin 4-0 bitmesinde Dallas’ın olağan üstü şut performansının başrol oynadığını, buna ek olarak ortalıklarda pek görünmeyen Gasol’ün verimsiz performansının, savunma fikrini tamamen Nowitzki’yi kilitleme ve yardım getirme üzerine kuran Pjax’in yanlış stratejilerinin ve Lakers'ın seriye 3. viteste girmesinin faktör olduğunu da kabul ediyorum. Fakat basketbol karşılıklı bir etki/tepki oyunu. Kabul edelim, Lakers son dönemde kaybettiği serilerde dahi hiçbir zaman bu kadar aciz duruma düşmemiş, daha da önemlisi kaybetme korkusunu hiç bu kadar derinden yaşamamıştı. Kadrosunda onca winner bulunduran bir takım mental anlamda girdiği bataklıktan çıkamazken, kırılgan addedilen ve Lakers’a karşı sürekli sinen diğer tarafın kararlılıkla son şampiyonu ayağa kalkmasına izin vermeden süpürmesi kuşkusuz bu takımın biraz ateşlendiğinde ne kadar büyüyebileceğinin en bariz göstergesiydi.


OKC serisinde saha avantajını kaybettikten sonra ortaya atılan gençlik ateşi mavralarını peş peşe 3 maç kazanarak (2’si deplasman) yine çöpe atan Dallas, Miami serisinde de kırılma noktası olan 2. maçı son 5 buçuk dakika kala 15 sayı gerideyken kazanarak yine önemli bir duruş gösterdi. Haywood’un sakatlığına Kaan Kural’ın tabiriyle Peja’nın yaşadığı teknik sakatlığın eklenmesiyle daralan rotasyona rağmen takım ivme kaybetmedi. Jason Terry müthiş sorumluluk aldı, dışarıdan hayli itici görünen konuşmalarıyla takımı/seyirciyi motive etti, Nowitzki’nin kötü şut attığı son maçta 11/16 ile 27 sayı üreterek, LeBron’un kafasına girip beni savunamazsın diye adeta meydan okuyarak bambaşka bir oyuncu oldu. Geçtiğimiz yıl Ginobili’nin karşısında dağılan Shawn Marion, LeBron’un karşısında tutunabilmeyi başardı. Kidd yerine gelen özgüveniyle farkın 3-5 seviyesinde gezindiği anlarda çok moral bozucu üçlüklere imza atıp rakibin direncini kırarken aynı zamanda LeBron ve Wade’in sürekli koşu yollarını kapatarak yaptığı akıllı savunmasıyla dikkat çekti. Sadece Terry ve Matrix gibi loserlar değil…Cardinal’ın son maçta attığı üçlük ve rakibe mesaj vermek için indirdiği baltalar, iyi bir hücumcu/bitirici olmamasına rağmen atletik özellikleri ve sürekli içeride kovalayan (hücum ribaundlarıyla çok can yaktı) yapısıyla bir tehdit haline gelen Chandler, penetreleriyle yarıp geçen Barea ve sahip olduğu tüm antipatiye rağmen iyi gününde çok can yakan Deshawn Stevenson… Parçaların birbirini çok iyi tamamladığı, egoların törpülendiği ve en önemlisi takımın zamanla yakaladığı o kazanma azmini/cesaretini play-off süresince üzerine koyarak geliştirdiği bu yapı LeBron’un yine sinerek LeBalon olduğu, hücumların tamamen Wade’in bireysel becerisine bağlandığı ve koçunun hala 3 yıldızı aynı set üzerinde verimli şekilde kullanabilecek formülü üretemediği Miami’ye ağır bastı ve parmağına ilk yüzüğünü takarak bu yılki hikayenin baş kahramanı oldu.


Play-off başlamadan evvel lanse edilen en baba iki final adayını (Heat ve Lakers), Lakers’dan sonra belki de batının en hazır vaziyetteki takımını (OKC) ve ilk tur için zorlu sayılabilecek bir Portland’ı eleyerek şampiyon oldu Dallas. Hiç çerez seri oynamadı. Portland serisi 4. maçı ve OKC serisi 2. maçında alınan moral bozucu mağlubiyetlere rağmen oradan ayağa kalkmaları, 16 sayı geriye düştükleri Lakers serisinin 1. maçı ile son 5:30’una 15 sayı geriden girdikleri Miami serisinin 2. maçında oyunun sonunu rakiplerinden daha iyi oynayarak kazanmaları (iki seride de en baba kırılma anlarıydı bunlar) kuşkusuz mental anlamda ne kadar büyüdüklerinin, dirayet gösterebildiklerinin en bariz göstergesi.


Dallas seneye final oynayamayabilir ama bugünden sonra önümüzdeki sezona daha kesin ve en azından insanların sırf kırılganlıklarından ötürü endişe duymayacağı bir zirve adayı olarak da girebilir. İşte bu da normal bir şampiyonluktan çok takımın üzerindeki negatif kamu oyu algısını değiştirme başarısıdır.

Hiç yorum yok: