15 Şubat 2011 Salı

İbrahim Üzülmez'in Vedası



İbrahim Üzülmez, Sergen Yalçın gibi saha içinde olan biteni anlatmaktan veya anlamaktan yoksun televizyon yorumcularının sıklıkla kullandığı ‘’hırslı, mücadeleci, isteyen-arzulayan’’ gibi yetenek ve teknik becerilerin arka plana itildiği niteliklerle beslenmiş ve bu sayede futbola duygusal yaklaşıp oyunu daha çok saha içinden bağımsız değerlendiren (Ülkemize gelip daha sahaya adımını atmadan hava alanında omuzlara alınan yabancılara gösterdiğimiz sevgi, Pascal Nouma’nın halen bir dünya yıldızı muamelesi görmesi) taraftarın sevgisini kazanmış bir isim. Kariyerinde çok özel maçlar çıkarmış olsa da yetenekleri, saha içinde yaptıkları 11 yıl aralıksız Beşiktaş forması giyebilmesi için ne kadar yeterlidir, tartışılır. Fakat Beşiktaş için her zaman özel bir figürdür Deli İbo. Yeri geldiğinde hasta hasta sahaya çıkışı, Q-7 ve Guti'nin iki günde bağırlara basıldığı ortamda hiçbir zaman bu ilgiyi görmese de çıkıp sahaya topunu oynaması, kaptanlığı, 11 yıllık Beşiktaş kariyeri vs... Sahip olduklarıyla bulunduğu noktaya nasıl geldiğinden bağımsız değerlendirilmesi gereken bir figür o. Başkan bugünkü basın toplantısında ‘’Ben bugün oğlumu kaybettim. Eşim haberi aldığında evde ağlıyordu’’ sözlerinde ne kadar samimiydi bilmiyorum ama ondan sezon sonunda güzel bir jübile beklerken sözleşmesinin feshedildiği haberini okul dönüşü telefonuma gelen bir mesajla öğrenmek bende tarifi namümkün bir hal yarattı.


Ankaragücü maçının devre arasında İbrahim Toraman’a atmış olduğu yumruktan dolayı takımla yolları ayrılan Üzülmez’e uygulanan müeyyide konusunda ne ‘ayrıcalık gerektirmeksizin kural, kuraldır’ diyebilecek kadar profesyonel ne de tamamen ‘Üzülmez’e ayrıcalık tanınmalıydı’ diyebilecek kadar duygusalım. İçinde bulunduğum konumdan bir sentez çıkarmam zor. ‘’Olay ikinci kez tezahür etti. Cezayı keselim, sonrakilere örnek olsun. Gücün kimde olduğunu anlasınlar’’ vari bir tutum sergilendiği açık, görebiliyorum. Komik olansa; Dünyanın takip ettiği Beşiktaş’ta bu olayların yaşanmasına izine veremezdik diyip bu olayın da Beşiktaşlılık duruşuna dayandırılması… Bunu söyleyen insanları sahaya PAF takımla çıkarız ya da kongrede seçilmezsem paramı yarın geri alırım muhabbetlerinden sonra hala bir duruş yaratma çabası içerisinde görmek gerçekten şaşırtıcı ama neyse o ayrı konu. Ben biraz bugünkü basın toplantısından bahsetmek istiyorum.


1. Başkanın basın toplantısında üzerine vurgu yapıp, olayın yaşandığı yeri (soyunma odası) feshin gerçekleşmesine kriter göstermesine bir anlam veremedim. Bir basın mensubu ‘’Bu iki oyuncu daha önce de kavga etmişti, ardından affedildiler. Üzülmez’in sözleşmesi fesih edilmeden önce yine bir af gündeme gelemez miydi? ’’ şeklinde bir soru yöneltti ve aldığı cevap şu oldu: ‘’İki oyuncu daha önce kampta kavga ettiler. Fakat şu anki olay devre arasında, soyunma odasında yaşandı. Buna göz yumamazdık.’’ Hani merak ediyorum: Söz konusu davranışa uygulanacak prosedür ortadaysa ve netse olayın idman sahasında, soyunma odasında yada bahçe arkasında geçmesinin ne farkı var? Üstelik bir oyuncunun hırsını/duygularını en üst seviyede yaşadığı ve bunları kontrolü altına almakta zorlanabileceği en olağan yer soyunma odası değil midir? Bugün kulüp başkanlarının hakem odası bastığı, bazı yöneticilerin ‘’Hakem odası basılacaksa en iyi biz basarız’’ demekten çekinmediği bir ülkede yaşıyoruz. Yöneticiler tepkilerini kaybedilen bir maçın ardından sıcağı sıcağına böylesine rahat, zehir zemberek biçimde dillendirebiliyorken bir oyuncunun saha içindeki bir küfrü üzerine alıp buna anında, soyunma odasında tepki göstermesi çok mu anormal?


2. Başkan ‘’Bir futbolcuyla bir kulüp başkanı birlikte basın toplantısı yapıyor. Bu Türk futbol tarihinde bir ilk’’ dese de oraya Üzülmez’in beyanatını törpülemek için gittiği her halinden belliydi. İbrahim’e sorulan her soruda araya girdi, çoğunda Üzülmez’e söz hakkı bile vermedi. Kaptanın ‘’Bugüne kadar birçok teknik direktörle, birçok oyuncuyla çalıştım. Hiçbiriyle bir sorun yaşamadım. Sadece bu kişiyle (Toraman) sıkıntı yaşadım. Bunu araştırılması lazım’’ sözünün devamından daha çok malzeme çıkardı ama Demirören sayesinde basın mensupları sordukları hiçbir soruya istedikleri yanıtları alamadı.


3. Demirören’in finaldeki ‘’İbrahim’e kapımız her zaman açık. Alt yapıda veya herhangi bir alanda onu aramızda görmekten mutluluk duyarız. İsterse sene sonunda jübilesini de yaparız’’ ifadesini de pek gerçekçi bulmadım. Disiplin suçu işlediği gerekçesiyle sözleşmesi feshedilen bir oyuncuya (her kim olursa olsun) iki gün sonra ‘kapımız sana her zaman açık’ denmesi bana yeterince samimi gelmedi. 


Hem futbol hem de basketbolda kulüpleri için bayrak adam olmuş karakterlerin böylesine sık ortadan kaybolduğu başka bir dönem oldu mu, hatırlamıyorum. Bugün Ronaldo, Jerry Sloan. Yarın Van der Sar, Phil Jackson... Deli İbo'ya da yolun açık olsun demekten başka birşey gelmiyor elimizden. Bugün alınan karar  oyuncular üzerinde ''Üzülmez'e bile bunu yaptılarsa..'' şeklinde bir caydırıcılık yapar mı? Yönetim bu konuda vereceği sonraki kararlarda aynı kararlılık ve standardı gösterebilir mi? Ya da İsmail Köybaşı olmasaydı Deli İbo'nun fişi yine çekilebilir miydi? Bunlar da ayrı konu.

Hiç yorum yok: