18 Şubat 2011 Cuma

Beşiktaş 1-4 Dinamo Kiev



Lige erken havlu atan Beşiktaş elindeki tek kredisini de Kiev’e uçmadan kaybetti. Başkanının deyimiyle geleceğin Beşiktaş’ını inşa eden yapı dün yine sallandı ve çatısına (Schuster) ilk darbe tribünlerce vuruldu. Takımın elinde sadece önümüzdeki yıl EP kapısını açacak Türkiye kupası var ve bu konuda da kepenkleri Aralık’ta indiren Galatasaray’la kader birliği içerisindeler.


Dün tabelada yazan skor saha içinde olanı özetlemese de futbolda hataların ve ayrıntıların belirleyiciliğine vurgu ediyordu. Dinamo Kiev dün çok iyi oynamadı, sürekli alarm veren savunmamıza karşı korktuğumuz kontra fırsatlarını bulamadı, oyunu belirli dilimler dışında domine edemedi. Fakat hem milli takım hem kulüpler bazında başımızı ağrıtan, duran toplara karşı kronikleşmiş savunma zaafımızı değerlendirip 3 gol buldu ve turu cebine koydu. İlk golde Shevchenko’nun Vukojevic’e indirdiği topta markajsız kalması, ikinci golde yine Sheva’nın elini kolunu sallaya sallaya ön direğe yaptığı koşuya hiçbir Beşiktaşlının eşlik etmemesi ve devamında yapılan kafa vuruşunu direk dibindeki İsmail’in diziyle çıkarma girişimi, üçüncü golde arka alana inen topta adam paylaşımı yapamayan Beşiktaş’ın 4 Kiev’liyi altı pas civarında yalnız bırakması affedilir şeyler değil. Bunu Toraman’ın yokluğuna mı bağlarsınız, uzun süre kenarda bekleyen Ferrari’nin formsuzluğuna mı yoksa geri 4’lüdeki 3 oyuncunun (A.gücü maçındaki) farklı isimlerden kurulu olmasına mı bilmiyorum ama sezon başından beri Beşiktaş’ın en çok eleştirilen bölgesinin savunma olması dünkü yaşananlar karşısında tesadüf değil. 48. dakikada Milevsky’nin sağdan getirip Yarmolenko’nun boş pozisyonda üstten dışarı vurduğu şutun Dinamo Kiev’in atılan goller dışında aklımda kalan tek önemli hücum girişimi olması, belki de layıkıyla alınacak bir 4-1’lik yenilgiden çok daha ağırdı.


Beşiktaş yediği talihsiz golün ardından devre bitmeden Bobo-Nobre-Quaresma işbirliğiyle 1-1’i yakaladı. Fakat beraberlik golünün oyuncular ve stad üzerinde yarattığı etki ucuz Avon parfümleri gibi sönük kaldı. İkinci yarıda Kiev ön alanda baskı yaparak Beşiktaş’ın geriden oyun kurmasını engelledi. Aurelio aldığı topları olumlu kullanamadı. Guti sürekli alan daraltan rakibe karşı orta alanda pasivize edildi. Anlam veremediğim Ernst-Erhan değişikliğinden sonra sağ kanatta oluşan Hilbert-Erhan kombinasyonunun özellikle Erhan’ın Hilbert’e attığı uzun ve isabetsiz pasların sonrasında ne kadar garip olabileceğini gördük. Orta alan ve sağ kanat tıkanınca tek opsiyonu topu solda Quaresma’yla buluşturmak olan Beşiktaş, Q7’ye gelen ikili sıkıştırmalar ve İsmail’in kariyerinin en kötü maçını çıkarması verileriyle birlikte o kanadını da kaybetti ve bir kısır döngü içerisine girdi. 3. gol yendiğinde maçın bitimine tam 34 dakika vardı. Ancak beraberliğin hatta tek farklı mağlubiyetin bile rövanş öncesi umut vaat edeceği bir ortamda Quaresma dışında hiç kimse oyunu çevirme yada en azından o soğuk havada minimum 90 lira bilet parası ödeyerek İnönü’ye gelmiş taraftarın desteğine karşılık verme ihtiyacı hissetmedi. Ayakta kalan son kale de (Q7) Kiev’e uçmadan inancını yitirmiş olacak ki; uzatmada gördüğü kırmızı kartla kendini -20 derecelik Kiev soğuğundan azad etti.


Lig yarışından erken kopan Beşiktaş'ın görüntüsünün bir anda Avrupa'da değişeceğini ummak ne kadar optimist bir düşünceydi bilmiyorum ama bırakın turu, tur inancı bile İnönü'de bırakmak Metalist faciasından  daha ağırdı. Takım artık tamamen Türkiye Kupasına kanalize olacak, ligde de olabildiğince puan alıp taraftarın gönlünü hoş edecek. Yıldızlarla dolu bu kadronun seneye CL'de oynayamayacak olması ne kadar üzücüyse, ligde azalan baskıyla birlikte Schuster'in artık bazı şeyleri daha net görebileceğini, uygulayabileceğini ummak da önümüzdeki seneye yapılan hazırlığın bir başlangıcı olacaktır.


Schuster

Avrupa Ligindeki başarının yarattığı krediyle ayakta duran Schuster artık o kozunu da kaybetti. Mete Düren ısrarla ‘sabır’ dedi ama yönetimin Alman teknik adama karşı tavrının eskisi kadar yumuşak olmayacağını hepimiz biliyoruz. Vizyonu, profili, oyunculuk kariyeri ne kadar büyük olursa olsun ben hala Schuster’in özellikle kenardan yaptığı hamlelerin oyuna çoğunlukla negatif etki ettiği gerçeğine de dayanarak ligi ve takımı yeterince tanımadığını ve bunda da özellikle kendisine yardımcı olabilecek Tayfur Havutçu’yu ötelemesine ve dışarıya/ farklı fikirlere kapalı olan yapısına bağlıyorum. Ayrıca Denizli döneminde azmiyle, savaşçılığıyla geriye düştüğü maçları çevirmesiyle ünlü Beşiktaş’ın Schuster döneminde o comeback ruhunu kaybetmesi de Alman teknik adamın takım üzerinde yeteri kazanma psikolojisi yaratamadığının bir göstergesi. Maç sonundaki ‘Rahatsızlık duyan stada gelmesin’ demecini ise kaybedilmiş bir maçın ardından sinir havliyle yapılmış talihsiz bir açıklama olarak görmek istiyorum.


Taraftar

4 Portekizli + Guti olmasa dün tribünler ‘Yeter Demirören yeter’ diye bağıracaktı. Başkan transferlerle sezon başında kendisine kredi yarattı, yetmedi kahraman oldu. Ve iki transferle gözü dönen, geçtiğimiz yıl ıslıkladıkları başkana imza törenlerinde alkış tutanlar dün Demirören’e isteyip de göster(e)medikleri tepkiyi mecburi yön değiştirmeyle Hakan’ın, Schuster’in üzerine kustu (Nihat’ın ıslıklanması, Holosko’ya edilen küfürler de unutulmuş değil). İster İnönü’yü yaratıcı pankartlarla doldur, ister futbolcu karşılamak için hava alanına akın et, ister 132 desibel ses çıkar, umrumda değil. Bu takıma kişileri sadece yaptıklarıyla ödüllendirecek yada yerecek bilinçli taraftarlar lazım ve maalesef iki transferle Demirören’i kahraman ilan ederek o gün sempatimi kaybeden Beşiktaş tribünleri bugün de Hakan’ı ıslıklayarak o bilince sahip olmadıklarını bir kez daha gösterdi.

1 yorum:

GÖKHAN YÜCEL dedi ki...

17 de 17 parolasıyla başlanan 2.devrede schuster efendinin yaptığı taktik anlayışla gelinecek son nokta en fazla ligi 7. 8.sıralarda bitirmek olacaktır... tek ümit ziraat türkiye kupasını kaldırarak avrupada gelecek sene için ümitlenmek olacaktır.. bir bjk li olarak suan beşiktaş camiasından tek beklentim budur...