18 Mart 2011 Cuma

Battle: Los Angeles (İnceleme)


(Not: Sadece ana hatlarından bahsedeceğim. Zaten ortada uzun uzadıya konuşulacak bir oyun yok:)) 


Battle: Los Angeles’ı oynamadan önce iki farklı sitede oyunla alakalı makaleler okudum. Oyunun bir beyaz perde uyarlaması olduğunu ve Steam üzerinden 10 dolara yani bir DLC fiyatına satıldığını düşününce beklentilerimi olabildiğince kıstım ve okuduğum eleştirilerin oyunun kalite/fiyat marjını düşünerek biraz abartılı olduğunu düşündüm. Skid row bugünler için var. Girdiğim sitelerde afiş afiş önüme çıkan ‘’10 dolarınızı boşuna çöpe atmayın’’ uyalarını görünce haliyle torrent'in yolunu tuttum ve normal zorluk seviyesinde hiç ölmeden yaklaşık 1 saatte bitirdiğim oyunun bende yarattığı izlenim şu oldu: Sanki ev ödevini unutup sırf öğretmenine mahçup olmamak için son dakikada, sınıfta bir şeyler karalayan öğrenci misali birileri Konami’nin kapısını çalıp ‘’Abi, bak 11’inde filmimiz vizyona giriyor. Fragman falan her şey hazır. Siz de babanızın hayrına bir oyun yapın da reklamımız olsun, işe yarar’’ demiş ve bu ricanın sonunda ortaya basit, son derece özensiz bir oyunumsu çıkmış!

Zombi ve vampir gibi doğa üstü karakterlerin yer aldığı absürd Amerikan dizilerini aratmayacak klişede bir senaryoya sahip Battle:Los Angeles, filmde olduğu gibi. Uzaylıklar tüm dünyayı işgal eder, son durakları Los Angeles olur. Burayı da alırlarsa dünyanın kontrolünü ele geçireceklerdir ve insanlığın devamı için birileri onlara karşı koymak zorundadır. Hani reklamın iyisi kötüsü olmaz derler ama şu klişe ötesi senaryoyu okuyup bir de üzerine bu oyunu oynadıktan sonra aklı başında biri bu filmi izlemeye gider mi, hiç zannetmiyorum.

Oyundan detaylar

Klasik FPS’lerde olduğu gibi 3-5 kişiyle hareket eden timin bir parçasıyız. Kontrol kulesinden sürekli bir takım emirler yağıyor, biz de yapay zeka yoksunu ekibimizin sayesinde bu görevleri neredeyse tek başımıza yerine getirmeye çalışıyoruz. Battle: LA’de herhangi bir yol haritası veya esnek bir görev mekanizması yok. Tek yapmanız gereken her köşe başında önünüze çıkan uzaylıları öldürüp yolunuza devam etmek. Aslında bahsini ettiğim bu uzaylı grup aşağıdaki zayıf, beyaz arkadaştan başkası değil. Yapımcılar ikinci bir uzaylı çeşiti yaratma zahmetine girmemiş. 1 saat boyunca sürekli bu zavallıya mermi kusuyoruz.




Ekibimiz geri zekalı dedik, gerçekten de öyle. Bizim müdahil olmadığımız çatışmalarda hiçbir varlık gösteremedikleri gibi 1-2 metre yanından geçen düşmanı alt etmekten de acizler. Hani tek başımıza ilerlesek daha iyi, en azından ayak bağı olmazlar.

Envanterimizde sniper, bomba ve rocket laucher dahil sadece 4 tip (ve aynı zamanda 4 adet) materyal var ama üzülmeyin. Uzaylıların üzerine iki şarjör mermi kusup heriflerin gösterdikleri anlamsız vücut tepkimelerini ve sıfır vuruş hissini düşünürsek bu çeşit yoksunluğu çok büyük problem sayılmaz. Oraya bir Ak-47, bir Famas eklesen ne fark eder? Ha uzaylıya ha duvara ateş etmişsin!

Oyun içi video’ların çizgi animasyon şeklinde tasarlanması hoşuma gitti de tüm cut-scene’lerin sabit çizimler üzerine slaytlar şeklinde yapılması çok komik olmuş. Örneğin; diyaloglar aşağıdaki gibi gerçekleşiyor. Kız ve erkek resmi sabit. Yukarılarına sadece birer konuşma balonu ekleniyor. Jest, mimik yada herhangi bir hareketlilik yok. ( Diyalog sorun değil de aksiyon sahnelerinin bu sistemle nasıl yansıtılmaya çalışıldığını artık siz düşünün)



Battle: LA’in kontrolleri son derece basit. (Zaten oyun bu kadar detay yoksunu iken kimse ağır tesisat taşırken daha yavaş koşma yada zoom’u açtıktan sonra adrenaline göre hedefi tutturma zorluğu beklemiyor). İlerleyiş esnasında da koşma, eğilme gibi standart meziyetlerimiz var. Uzun deparlar sonrası gösterdiğimiz yorulma reaksiyonu oyun boyunca sergilediğimiz tek insancıl eylemdir, bunu da hatırlatalım.



Grafikler, mekan tasarımları, silah çizimleri, gölgelendirmeler, kaplamalar çok özensiz. Patlama efektleri desen tek kelimeyle facia. Biraz telsiz konuşmaları biraz da vasat asker modellemeleriyle günü kurtarmaya çalışmışlar.

Sonuç

Vakit kaybı. Boşuna 10 dolarınızı çöpe atmayın. (Bknz ilk paragraf)


Mclaren

16 Mart 2011 Çarşamba

Schuster'in İstifası



Del Bosque, Aragones, Schuster... Hiçbiri kötü teknik adamlar değil ama hepsi marka antrenörün her zaman doğru antrenör olmadığını realize eden örnekler. Schuster Türkiye'ye geldiğinde hücum futbolu oynayan, sahada yaptıklarıyla keyif veren daha batılı bir Beşiktaş yaratacağını söylemişti, hatırlayın. Peki ne oldu? Projesini hayata geçiremeden 25. haftada defteri kapattı. Başarısızlığın faturasını da bize çıkardı: ''Burada 60'ların futbolu oynanıyor''.


Her teknik direktörün kendine has meziyetleri vardır ve bana göre bunların en önemlisi; maç içerisinde yapacağı hamlelerle oyuna etki edebilmesidir. Siz Schuster'in bu sezon saha kenarından yaptığı bir oyuncu değişikliğiyle yada bir taktiksel hamleyle Beşiktaş'a maç kazandırdığını hatırlıyor musunuz? Ya da Schuster'in ligdeki diğer 17 takımı iyi tanıdığını ve buna göre her maç öncesi rakiplerine özgü bir plan, bir formül geliştirebildiğini, bir B planı olduğunu iddia edebilir misiniz? Ben bugün Anadolu kulüplerini bir kenara bırakın, Kiev maçındaki Erhan-Ernst değişikliğinden sonra Schuster'in Beşiktaş'ı nasıl tanıdığından bile şüpheliyim.


Kulübedeki negatif vücut dili, taraftar ve oyuncularıyla her geçen gün kötüye giden ilişkileri, gidişatı düzeltmek için hiçbir çaba ve özveride bulunmaması, rotasyon yapacağım diye tamamen gözden çıkardığı Ferrari'yi damdan düşer gibi Fenerbahçe ve Kiev maçlarında sahaya sürüp, son zamanlarda sürekli 10 kişi tamamladıkları Fenerbahçe derbisine yedek stoper götürmemesi, 0-0 giden maçta Ernst'i son 30 saniye kala oyuna sokması gibi absürd tavırları da cabası. Mete Düren'in şu tablo karşısında ''Yeterki o bizi bırakmasın'' sözünü nasıl hayretle karşıladıysam, Beşiktaş yönetiminin yine o dönem Schuster'in bu tembelliği ve vurdum duymazlığına rağmen bu hocayla gelecek planları kurmasına da hiçbir anlam veremedim, veremiyorum.


Takım Tayfur Hoca'nın


Beşiktaş'ın sezonun geri kalan kısmında ortaya koyacağı performans ne olursa olsun bu Tayfur Havutçu'nun başarı yada başarısızlığı konusunda belirleyici olmayacak. Kazanılacak bir Türkiye kupası Havutçu'ya bir miktar kredi kazandırabilir ancak uzun vadede kendisinin bu kadar yıldızı, egoyu idare edebilecek biri olduğunu düşünmüyorum. Önümüzdeki yaz gelecek hocanın yerli yada yabancı olması önemli değil lakin şu saatten sonra lütfen Daum, Lucescu, Mustafa Denizli muhabbetlerini bırakalım. Mustafa Hoca'nın antrenörlüğünü konuşmak elbet benim haddim değil ama Denizli seneye bu takımın başına geçerse bu apaçık -dünya kulübü olma yolunda ilerliyoruz diyen- Beşiktaş yönetiminin vizyonsuzluğunu gösterir.