17 Temmuz 2011 Pazar

Deron Williams - Yıldırım Demirören



Ülkemizde kulüp idare etmenin maalesef yöneticilikle pek alakası yok. İşin normali; temsil ettiğin organizasyonu mali ve sportif anlamda başarılı kılarsın, neticesi taraftar tatmini olarak sana geri döner. Fakat bizde esas misyon, başarı olmaktan çıkmış, mesele artık tribüne oynayıp koltuğu sıcak tutmak...


Yıldırım Demirören'in İnönü'de Wolfsburg'a 0-3 kaybedilen şampiyonlar ligi maçında kendi seyircisi tarafından yuhalandığı gün Beşiktaş'ta çok şey değişti. 'Yeter Demirören yeter' dillere pelesenk olmuştu, susturmak gerekiyordu o sesi. Bunun da en kolay yolu taraftarla barışmaktı. Ortada bir reel sportif başarının olmadığı, kulübün de 100 küsürü başkana olmak üzere 380 milyon dolar borcu olduğu bir ortamda bunu başarmak elbet kolay değildi. Fakat dışarıdan gelen her topçuyu davul zurnayla karşılayan memleketimde bu engeli aşmanın da basit bir yolu vardı: yıldız transferi...


Mustafa Denizli'yle sağlık sorunları var diye hem de sözleşmesinin uzatıldığı bir dönemde yollar ayrıldı, Schuster getirildi. Ardından İtalya'ya yapılan gilt-geller sonrası Quaresma alındı. Guti geldi sonra. Hava alanları doldu taştı, imza törenleri yapıldı, bayram ilan edildi, 1 yıl önce istifa etmesi için kampanyalar başlatılan bir kulüp başkanı daha takım sezonu açmadan kahraman oldu. Taraftar memnun edilmişti artık, Demirören de azalan kredisini tavana vurdurmuştu. Yıldızların nasıl bir sistem etrafında bir araya geleceklerinin, takıma uyum sağlayıp sağlayamayacaklarının, getirilerinin ve götürülerinin bir önemi yoktu. 


Sezonu erken açan Beşiktaş, bizim 1. amatör grup takımlarının bile yenebileceği vasat takımları UEFA ön elemesinde ipe dizerken herşey kitapta yazılana uygun gidiyordu. Fakat ligde 5. haftadaki Fenerbahçe derbisinden sonra tökezlemeye, arıza vermeye başlayan takım zamanla aşağı inerken Schuster 'yeni gelmiş yabancı hoca', başkan ve kabinesi 'başarı için gereken herşeyi yapmış (!) idareciler heyeti' ve yıldızlar da isimleriyle adeta dokunulmaz hale getirilmiş, ortadaki başarısızlık sonrası taraftarın üzerine öfkesini kusabileceği kimsecikler kalmamış ve esas sorumlulardan biri protokolde diğeri yedek kulübesinde otururken kabak saha kenarına alınırken ıslıklanan Nihat'ın, taraftarından küfür yiyen Holosko'nun, top geldikçe ıslıklanan Hakan'ın başına patlamıştı. 


''Henüz mayıs ayına gelmedik, endişelenecek bir şey yok'' diyen Schuster mayıs olmadan bavulunu toplayıp memleketine gitti. Başkan da bir yıl boyunca off-season'da yüklettiği kredinin ekmeğini yedi, tek bir istifa sloganı duymadan... Sezon içinde bir de sürpriz Iverson hamlesi yaptı çok değer verdiği (!) basketbol şubesine... İzlediği yoldan devam etti.


Deron Williams-Beşiktaş-Kobe Bryant


Bugün Deron Williams transferinin yukarıdaki örneklemden amaç doğrultusunda hiçbir farkı yok. Futbol takımı ligi 5. bitirmiş, basketbol takımı play-off'ta son 4'ün dışında kalmış, erkek voleybol takımı küme düşmüşken birçok kulvarda başarısız geçen bu sezon bir şekilde unutturulmalıydı. Bu sefer imdada lokavt yetişti. 


Deron ve Kobe kesinlikle izlenmesi hatta aynı coğrafya üzerinde bulunması dahi heyecan verici oyuncular, buna itirazım yok. Fakat Beşiktaş'ta birçok oyuncunun önümüzdeki yıl takımdan ayrılacağı, kadronun epey bir ayıklanacağı gerçeğini hesaba katarsak yapılması gereken şey; kadroyu yeniden revize etmek, yapılandırmak... Bunu gerekirse 2-3 yıla yayılan bir plan dahilinde uygulamak (Başkanlık sisteminin, yani seçimin olduğu yerde uzun vadeli planlar yapmak kolay olmasa dahi). Yukarıdaki iki oyuncu Beşiktaş'ı ligde ve Euro Cup'ta şampiyon yapabilir (Optimizmin doruğundayım). Fakat en iyi ihtimali düşünüp burada 1 yılı tamamlasalar bile ayrıldıktan sonra Beşiktaş'ın durumu şimdikinden farklı olmayacak. Şimdi yapılması gerekenler 1 yıl gecikmeyle yapılacak.


NBA'de lokavt kalkarsa Deron Williams ülkesine dönecek ve Beşiktaş'ı belki de en ihtiyaç duyulan zamanda yalnız bırakacak. Beşiktaş'ın böyle bir durumda yaşayacağı hal; Taurasi'yi yanlış analiz sonucu talihsiz biçimde kaybedip Avrupa şampiyonluğunu elinden kaçıran FB kadın basketbol takımının başına gelen travmadan farksız olacak. 


Bjk basketbol şubesi 3 oyuncusuna alın teriyle hak ettiği maaşları vermeyip, üzerine ''maaşlarınızı verelim, kontrat feshi için tazminat ödemeyelim'' diyebilecek ve bir de göz dağı vermek için bu üç oyuncuyu sezon bitmesine rağmen günde 3 antrenmanla cezalandırabilecek kadar çirkef hale geldi. Bu şartlarda Deron Williams'a bir yıl için 5 milyon dolar ödeyecekse bu kulüp, burası sözün bittiği yerdir. 


Avrupa'da Beşiktaş'tan daha kuvvetli birçok takım varken bu yıldızların neden İstanbul'u seçtiği de iyi araştırılmalı. Bugün Barcelona istese Deron Williams'ı alamaz mıydı? Bu kulüplerin belirli bir düzenleri, organizasyon planları var ve kimse bir yıl gibi kısa bir süre için bu düzeni NBA yıldızlarıyla bozmak istemiyor. Beşiktaş ise hali hazırda bir düzeni olmadığı için görünürde tercih edilebilir bir takım haline geliyor.


Son olarak bu oyuncuların kulübün repütasyonuna katkı yapacağı, reklam-sponsorluk-kombine getirisi sağlayacağı mavraları var ki; tek kelimeyle komedi. Iverson için de aynısı söyleniyordu. Etrafınızda kaç tane Iverson formalı adam gördünüz?  


   

10 Temmuz 2011 Pazar

PES 12'de Değişmesi Gerekenler



Bir süredir PES ve FIFA'nın 2012 oyun lansmanına dair video'lar dönüp duruyor ortada fakat en son Cevat Yerli'nin en iyi yapay zeka bizde vaadinden sonra Crysis'ta karşımıza çıkan geri zekalı düşman oluşumları artık bende 'oyunu görmeden inanmama' intibahı yarattı. Konami'nin geçtiğimiz yıl trailer'lar eşliğinde verdiği değişim vaatlerinin PES 11 nezdinde beni hayal kırıklığına uğrattığını da düşünürsek; açıkçası boş lafa karnımız tok. Aklımızdakileri yazalım:


1. Yapay Zeka: Futbol gibi kolektif ve taktik stratejinin üzerine oturtulmuş bir oyunda yapay zekanın öneminden bahsetmeye gerek yok. Sahadaki on bir oyuncunun kontrolü elbet bize ait ama topla bir oyuncuyu yönlendirirken o an bizim kontrolümüzde olmayan diğer 10 oyuncunun saha içi hareketlenmeleri kafamızdakileri sahaya yansıtma konusunda hayati rol oynuyor. Konami'deki dostlarımız geliştirmiş oldukları yeni taktik ekranı sayesinde bizlere oyuncular arasındaki duruş mesafeleri ayarlama, duran topları organize etme, ofsayt tuzağı yada topla birtakım ileri çıkış opsiyonları gibi alternatifler sunarak yardımcı olmaya çalışsa da birçok uygulamanın yapay zeka engeline takılarak oyun zevkimizi baltaladığını söylemeliyim. Burada en büyük sorun kaleciler... Kalecilerin rahatlıkla çıkıp alabilecekleri yan topları seyretmeleri, bilhassa çapraz açıdan üzerlerine gelen şutlara karşı sağa-sola gereksiz hamle yapıp adeta gole davetiye çıkarmaları, yine üzerlerine gelen bazı basit-zayıf vuruşları içeri almaları aklıma ilk gelenler... Hücumdaysa korner sonrası dönen topun ribaundunu alıp tekrar içeri kestiğimiz anda 4-5 arkadaşımızın birden defans çizgisinin arkasında kalıp ofsayta yakalanması, rakip defansı az adamla yakalamış ve o rakiplerden biri benim topla koşu yaptığım oyuncuya doğru yönelmişken benim oyuncuların boşa kaçmak yerine halen topla ilerlediğim oyuncunun bulunduğu koridora doğru hareketlenmesi, yine 2-3 oyuncumuzun aynı anda koşu yaptığı bölgeye ara pası verirken topun genelde müsait konumda olmayan oyuncuya gitmesi (en uygun konumdaki oyuncuya gitmemesi) ve bir oyuncuyla topu orta sahadan alıp uzun bir dribbling sonrası dip çizgiye indikten sonra içeri orta açtığımız vakit takım arkadaşlarımızın halen ceza sahası içerisine tam anlamıyla yerleşememiş olması bu bağlamda örnek gösterilebilir. 


2. Top fiziği: PES 11'de futbol topu diye tekmelediğimiz şeyin aslında bir balon olduğunu hepimiz biliyoruz. Kaleci degajından sonra topun yere düşüş hızıyla yine en sert şutta bile out'a giden topun ekrandan kaybolma hızı zayıf.  


3. Oyun/Oyuncu hızı: Yapımcılar özellikle Messi, Ronaldo, Robben gibi süratli oyuncuların sahip olduğu hız avantajını düşürüp o alışık olduğumuz -tek oyuncuyla sahayı baştan sona kat edip herkesi çalıma dizerek gole gitme- olayını ortadan kaldırmak istemiş ama izledikleri yöntem çok saçma. Normalde topsuz koşu yapan bir oyuncu, topla dribbling yapan oyuncudan daha süratlidir (Malum biri serbest koşarken diğerinin bununla birlikte topu kontrolünde/koşu yolunda tutma zorunluluğu var). Fakat Konami bu farkı ortaya çıkaralım, defansın elini kuvvetlendirelim derken topsuz oyuncuya gereğinden fazla hız avantajı sağlamış. Bunun örneğini vermiştim. Bobo'yla orta sahadan topla rakip kaleye doğru koşmaya başlayın. Servet 20 metre arkanızdan (topsuz vaziyette) kovalamaya başlasın. Sizi ceza sahasına varmadan yakalayacaktır, eminim.  


4. Temas/Etkileşim: FIFA'da karşımıza çıkan sorun burada da yalnız bırakmıyor bizi. PES 11'de temaslar ve temasa verilen tepkiler çok yapay boyutlarda. Savunmacınızla rakip oyunculara pres yaptığınızda (rakip oyuncu hızlıysa) çoğu zaman siz hiç yokmuş gibi davranıp içinizden geçebiliyorlar. Yine ufak müdahaleler sonrası futbolcuların dengesi çabuk bozulurken arkadan yapılan her 3 kaymanın 2'sinde adamlar saçma sapan taklalar atabiliyor. Kalecilerin her atılan şutta yere yatıp toplara tavşan gibi atlaması, degaj sonrası orta yuvarlakta hava topunu bekleyen iki rakip oyuncunun hareketlenme/yer tutma tarzı atraksiyonlarda bulunmayıp odun gibi beklemesi ve futbolcuların kambur vaziyette top sürmesi de oyunu gerçeklikten uzaklaştırmaya yetiyor. 


5. Stad/Ambians: Mukavva görünümlü tribünlerden ve atılan gole kuru alkış tutan, 90 dakika boyunca aralıklarla aynı tezahüratı yapan taraftarlardan bıktık. 


6. Grafikler: Konami'nin oyuncu modellemelerinde ve yüz çizimlerinde EA Sport'tan bir hatta iki kademe önde olduğunu söylemeliyim. Fakat yıllardır alışık olduğumuz ve artık eskimeye başlayan grafiklerde birtakım yenilikler hiç fena olmaz. 


7. Jon Champion/Jim Beglin: Yorumcu Jim Beglin'in ses tonu çok itici. Bununla birlikte Jon Champion'un sözleri de çok klişe gelmeye başladı. Yerden atılan basit şutu kucağına alan kaleciye yaptığı brave goalkeeping ve rakip oyuncunun presine dayanamayıp topu taca atan her oyuncuya yaptığı excellent defense yorumlarının saçmalığından bahsetmiyorum bile.  


8. Lisans: Gerçi bunu yamalarla hallediyorduk, değil mi?